Kanaatimce Türkiye’nin üç temel sorunu var: tekelcilik, tek
adamcılık ve tek doğru yol saplantısı.
Tekelcilikle başlayalım.
Türkiye’de pek çok sektörde çok az sayıda kurumun hakimiyeti vardır:
siyasette 2-3 parti, medyada 2-3 grup, futbolda 3 takım, 3-4 banka, 3 telekom
şirketi, inşaatta TOKİ. Buna Diyanet işleri başkanlığı, YÖK gibi kurumların
başka ülkelerde rastlanmayan tekelci pozisyonunu ekleyebiliriz.
Tek adamcılık da toplumsal kurumların büyük çoğunluğunda
gözlemlenebilir: neredeyse tüm siyasi partiler, tüm sivil toplum örgütleri, tüm
tarikat ve cemaatler, tüm futbol kulüpleri güçlü bir liderin mutlak hakimiyeti
altındadır. Devlette başbakanlığı
dengeleyecek ve denetleyecek bir unsur yoktur. Tamamen halka açık ve kontrol
eden bir hissedarı olmayan şirket yok gibidir – neredeyse tüm yerli şirketler
bir aile ya da devletin mutlak kontrolündedir.
Tekelcilik ve tek adamcılığa ek olarak her konuda tek bir
doğru yol olduğu inancı da yaygındır. Siyasi,
ekonomik ya da sosyal gücü eline geçiren her konuda karar vermeye
eğilimlidir. Farklı fikir, inanç ve
yaklaşımların yan yana yaşamasına tolerans düşüktür. Uzlaşma yerine çatışma ve gerginlik tercih
edilir. Değişik alternatifleri paralel
olarak deneyerek doğruyu bulma alışkanlığı yerleşmemiştir.
Son bir asırda insanlığın geçirdiği tecrübeler çoğulculuğun toplumların
bekası için her alanda ne kadar önemli olduğunu ıspat etmiştir. Siyasetten felsefeye, sanayiden ticarete,
eğitimden sağlığa her alanda değişik fikirlerin, süreçlerin, yaklaşımların
sürekli paralel olarak denenmesi ve sonuçlarının karşılaştırılması pek çok ülkede başarının
anahtarı olmuştur. Çoğulculuk kavramının
değişik alanlardaki yansımaları olan rekabetçi serbest piyasa ekonomisi, rekabetçi
çok partili siyaset, din özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, yerinden
yönetim kavramlarının her biri çoğulculuğun önemini ayrı ayrı ortaya koymuştur.
Türkiye’nin de bir an önce toplumsal hayatın tüm alanlarında
çoğulculuğu benimsemesi geleceğimizin teminat altına alınması için elzemdir.