Kıbrıs meselesi Avrupa’nın çözümü en zor meselelerinden
biri. 1950’lerden beri çok konuşuldu, kan da döküldü, ama çözülemedi.
Son aylarda adada çözüm ihtimalinin yükseldiği konuşuluyor, zira
güneyde Anastasiades, kuzeyde de Akıncı çözüme önceki liderlere göre daha
niyetli görünüyorlar. Ancak bence esas sebep konjonktürdeki önemli
değişiklikler: Kıbrıs denkleminde adadaki iki halkı birbirine yaklaştırıp dış
güçlerden ayrıştıran faktörler devreye girdi.
Aslında Türk ve Yunan milliyetçilerinin Kıbrıs sorununa
bakışı değişmiş değil. Yunan milliyetçilerinin ideali hala Türklerin azınlık
statüsünde olduğu üniter bir Kıbrıs devleti. Türk milliyetçilerinin (ki ben de Kıbrıs
davasında bu cephedeyim) ideali ise iki ayrı devlet.
Yunan milliyetçilerinin hedeflerine ulaşmak için geleneksel
stratejisi Avrupa’nın desteği ile Türkiye’nin mücadele azmini kırmaktır. Türk
milliyetçilerinin geleneksel stratejisi ise Güney Kıbrıs’la baş başa kalıp Türkiye’nin
cüssesini kullanarak yıldırmaktır. Bugün iki strateji de patinaj yapıyor.
Yunanistan’ın borç krizi, ki Güney Kıbrıs da bankacılık
sistemi nedeniyle dahil oldu, hem Yunanistan’ın Avrupa’daki siyasi kredisini
ciddi oranda azalttı, hem de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın Avrupa’ya güvenini derinden
sarstı.
Ada açıklarında doğal gaz bulunması Güney Kıbrıs hükümetinin
elini güçlendirir gibi oldu, ama enerji fiyatlarındaki sert düşüş yüksek
maliyetli deniz altı gaz sahalarının ticarileşmesini kısa vadede imkansız hale
getiriyor. Finansal krizden enerji piyangosu ile çıkmak hayal oldu.
Eş zamanlı olarak Türkiye’de Akparti’nin uzun süren siyasi
hakimiyeti Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin kader birliğini zedeledi.
Kıbrıs’taki Türk sağı aşağı yukarı Türkiye’deki CHP çizgisindedir, Türk solu
ise derinden Marksisttir ve Türkiye’de karşılığı pek yoktur. Akparti başta
Annan Planı’nı desteklese de zaman geçtikçe ile ne Kıbrıs Türk sağı ile, ne de
Kıbrıs Türk solu ile frekansı uyuşmadı.
Açık açık söylemek biraz cesaret istiyor, ama samimi olmak
gerek: “Ortadoğulu” bir Türkiye, Kıbrıs Türk halkı için Avrupalı bir Türkiye
kadar yakın bir “anavatan” olamaz. Garantör olarak Türkiye’nin önemi baki, ama
Türkiye’deki siyasi değişimin anavatan / yavru vatan ilişkisini değiştirmesi
kaçınılmaz.
Adada müzakerelerin hızlanmasında bu yeni siyasi ve ekonomik
faktörlerin en az Anastasiades ve Akıncı’nın yaklaşımları etkisi var. Mevcut
konjonktürde hem güneyde, hem de kuzeyde federal çözüm ehven-i şer olarak daha fazla
kabul görmeye başladı. Mülkiyet sorununda bir ara yol bulunabilirse bir anlaşma
mümkün görünüyor.
Son günlerde Kuzey Kıbrıs’ta mülkiyet konusunda yaşanan
hararetli tartışmalar da esasen çözüm olasılığının yükselmesinden kaynaklanıyor
- geçmişte herhangi bir anlaşma çok uzak göründüğü için insanlar mülkiyet
sorununu “yakın ve acil” bir risk olarak algılamıyorlardı.
Ben şahsen geçmişte zaman federal çözümden yana olmadım. Yan
yana, karşılıklı serbest dolaşıma açık ve silasızlandırılmış iki ayrı devletin
daha isabetli bir çözüm olacağını savundum. Ama gelinen noktada Kıbrıs halkları
uzlaşabilirse federal çözüm neden olmasın diyorum. Hele Kıbrıs anayasası
uyarınca Türkçe birleşmiş bir Kıbrıs üzerinden Avrupa Birliği’nin resmi
dillerinden biri olursa sadece Türkiye değil tüm dünyanın Türkçe ve benzer
diller konuşan tüm halkları için kayda değer bir kazanım elde edilmiş olur.
Bekleyelim, görelim.