T24 web sitesindeki bir habere göre Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan 28 Nisan günü imam-hatip okullarıyla ilgili yaptığı bir
konuşmada “imam-hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri, medrese geleneğinin
birikimine henüz ulaşamadı” demiş.
Medrese geleneği derken klasik İslam döneminin medrese
geleneğini kasdettiyse tespit doğrudur. Medreseler 9. ve 12. yüzyıllar arasında
gerçekten de dünyanın en önde gelen entellektüel merkezleriydi. Tespit
doğrudur, ama beklenti yanlıştır. İmam-hatip okulları klasik İslam döneminin
medreselerine benzer entellektüel kurumlar değildir. Hiç bir zaman olmamışlardır
ve hiç bir zaman da olamazlar – zira imam-hatip okullarının misyonu ve
kültürünün klasik İslam dönemi medreseleriyle ilgisi yoktur.
İmam-hatip okulları nedir, ne değildir? Türkiye’de
onyıllardır siyasi tartışmaların göbeğinde olan bu kurumların misyon ve
kültürünü önyargısız bir şekilde anlamak Türkiye’de siyasetle ilgilenen herkes
için şart.
Bu konuyu kapsamlı olarak değerlendirebilmek için dört
farklı açıdan bakmak gerek:
- İşin “arz” tarafı, yani devletin imam-hatip
okullarını neden kurduğu;
-
“Talep” tarafı, yani halkın imam-hatip
okullarını neden istediği ve sahip çıktığı;
-
Bu okulların uzun dönemli performansı;
- Klasik İslam dönemi medreseleri ile karşılaştırma.
- Klasik İslam dönemi medreseleri ile karşılaştırma.
Önce arz tarafını ele alalım. İmam-hatip okullarının
hikayesini mensupları 1914 yılından başlayarak anlatıyorlar; hatırlanacağı
üzere camiada 2014 yılında 100.yıl kutlamaları yapıldı. Aslında bugünkü ismi
taşıyan okulların kurulması Cumhuriyet döneminde oldu, ama 1914 yılındaki
projenin
imam-hatiplerin “atası” olduğu düşünülüyor.
imam-hatiplerin “atası” olduğu düşünülüyor.
1914 yılında Osmanlı devletinde medrese yok muydu? Neden din
adamı yetiştiren yeni bir grup devlet okulu kurma ihtiyacı hissedildi? İşte olayın
püf noktası burada.
İmam-hatip okulları dini değil siyasi bir projedir. Bu
nedenle İmam-hatip okullarını anlamanın yolu İslam tarih veya felsefesi değil
Türkiye’nin ulus-devlet inşa projesini anlamaktan geçer.
18.yüzyılın ikinci yarısındaki ağır yenilgiler Osmanlı
imparatorluğunu yok olmanın eşiğine getirmişti. Avrupa’da Fransız devrimi
sonrası 25 yıl süren topyekün savaş büyük devletleri o kadar hırpaladı ki,
kimsenin Osmanlı imparatorluğunun zaafından faydalanacak hali kalmadı. Osmanlı
bu sayede bağımsız bir devlet olarak hayatına yüz yıl daha devam etme fırsatı
yakaladı.
19.yüzyıl başında Istanbul’da iktidara sahip olanlar
imparatorluğun eski sisteminin Avrupa’da gelişen vatandaşlığa, yani gönüllü
aidiyete dayalı ulus-devlet modeline karşı rekabet avantajını kaybettiğine
kanaat getirdiler. Çöküşü önlemek için eldeki imparatorluk kalıntısından bir
ulus-devlet üretmeye karar verdiler. İşte Türkiye’nin son 200 yılının hikayesi
budur. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan farkı vites artırması, değişim söyleminde daha
iddialı olması ve göreceli olarak daha başarılı olmasıdır. Ancak Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e geçişte “ulus-devlet inşasını bir an önce tamamlama” olarak
özetlenebilecek temel hedef aynen korunmuştur.
Gayrımüslimleri de içeren bir model kurulamayınca II. Abdülhamit
döneminde İslam temelli bir Osmanlıcılık denendi. İttihat ve Terakki, Milli
Mücadele ve Atatürk dönemlerinde ise ulus-devlet inşa projesinde dinin yerini yavaş
yavaş Türk milliyetçiliği aldı.
Türk milliyetçiliği benimsenirken dini motifler tamamen terk
edilmedi, ulus-devlet inşasında dine daima önemli bir rol biçildi. 1914 yılında
İttihat ve Terakki iktidarı tabanda var olan dini kurumların sevk ve idaresiyle
yetinmeyerek devletin bürokraside yüz yıldır uyguladığı “kendi okullarında,
kendi belirlediği ilkelerle, kendi adamlarını yetiştirme” modelini din adamı
yetiştirme alanında daha kapsamlı olarak uygulamaya karar verdi ve imam-hatip
okullarının ilk örneğini kurdu. Daha sonra tek parti döneminde medreseler
kapatılarak din eğitimi tamamen devletin kontrolüne alındı.
Osmanlı’da başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden
ulus-devlet inşa mekanizmasının belkemiği eğitim politikasıdır. Yeni eğitim
sistemi üç ayak üzerine kurulmuştur:
-
Birinci takım: Harbiye, Mülkiye, teknik okullar
(tıp ve mühendislik gibi). Bu okulların mezunları Türkiye’yi yönetmek için
yetiştirilecekti.
-
İkinci takım: Öğretmen okulları. Bu okulların
mezunları devletin maddi imkanlarının elverdiği kadar insanı eğitecekti.
-
Üçüncü takımı: İmam-hatip okulları. Bu okulların
mezunları da devletin eğitmeye kaynak bulamadığı kitleyi din ağırlıklı hitabet yoluyla
kontrol altında tutmaya gayret edecekti.
Bir başka deyişle, birinci takım çözebildiği kadar sorunu
bugün çözmekle görevliydi. İkinci takım bugün çözülemeyen soruları yarın
çözecek nesilleri yetiştirecekti. Üçüncü takım da çözülemeyen problemlerden
dolayı vatandaşın isyan etmesine mani olacaktı.
İşte bu model içinde imam-hatip okulları devletin toplumsal
kontrol ve yapılandırma mekanizmasının önemli bir aracı olarak tasarlandı ve
hayata geçirildi.
Arz tarafını yorumladıktan sonra talep tarafında geçelim.
İmam-hatip okullarının misyonu memur yetiştirmekti, ancak vatandaş
onlara “iyi Müslüman yetiştirme” misyonuna sahip normal ortaokul ve liseler
olarak baktı. Dini eğitime olan talep doğrultusunda yıllar içinde çok sayıda
imam-hatip okulu açılınca bu okullar devlet adına toplumdaki dini faaliyetleri
sevk ve idare edecek memurları yetiştirmeye yönelik birer meslek okulu olmaktan
çıkıp normal lise müfredatını aynen uygulayan, ancak ilave din dersleri veren
kurumlara dönüştüler. Ruşen Çakır’ın 2004 yılındaki kapsamlı araştırmasında
ortaya koyduğu gibi, ağırlıklı olarak kırsal kesimden kente göç etmekte olan
ailelerin erkek çocuklarıyla ile küçük kentlerde ailelerinin ilkokuldan sonra
okula devam etmelerinde tereddütlü olduğu kız çocukları kapsayacak şekilde
genişlediler.
İmam-hatiplerin eğitim kalitesi hakkında elimizdeki epey veri
var: Türkiye’de Arapça tercüman bulmakta sıkıntı yaşanması, İslam tarih ve
felsefesine hakim akademisyen eksikliği, imam-hatip mezunlarının üniversite
sınavlarındaki zayıf performansı, İslam dünyasının dinamiklerinden haberdar
olan kamu personeli azlığı ve bürokraside görev alan mezunlardan gelen hayret
verici demeçleri aynı soruna işaret ediyor. Bu okullarda ciddi bir reformu
acilen yapamazsak önümüzdeki neslin önemli bir kısmını işsizlik ve küresel
rekabette başarısızlığa mahkum edeceğiz.
İmam-hatip okullarının tarihi misyonunu ve güncel durumunu irdeledikten
sonra klasik İslam dönemi medreselerine bakalım. Medreseler toplumun üst düzey
eğitim ve fikir kurumlarıydı. Gençliğin en iyi ihtimalle binde biri buralarda
eğitim görüyordu. Bugünle bir karşılaştırma yapmak gerekirse 11.yüzyılın
medrese mezununun muadili imam-hatip okulu mezunu değil Boğaziçi ya da ODTÜ
gibi elit okullarda doktorasını tamamlamış bir akademisyendir.
Klasik İslam döneminin siyaset anlayışını şu şekilde
özetleyebiliriz: iktidara “kılıçla”, yani güç kullanarak gelinir. İktidara
gelen bir şahıs veya gruba Allah’ın teveccühü var demektir. Ancak kılıç
erbabının görevi savaşmak, vergi toplamak ve toplumda asayişi sağlamaktan
ibarettir. Kılıç erbabı iktidarı ele geçirdi diye kanun yapamaz. Kanunları
Allah yapar; Allah’ın yaptığı kanunları sadece akıllı insanlar yorumlayabilir.
Akıllı olmak da yetmez, bu konuda kapsamlı bir eğitim almak gerekir. Bu eğitimi
veren medreseler kurulur. Bu kurumlara seçilerek alınıp yetiştirilen gençlerin
mezun olduktan sonra oluşturduğu toplumsal sınıfa Ulema denir. Devleti ve
toplumu bu felsefe doğrultusunda Ulema yönetir. Ulema sadece din, hukuk ve
siyaset değil, matematik, fen ve tıp alanlarındaki uzmanları da içerir.
İşte bu zihniyet ve yapıdan dolayıdır ki 11.yüzyıl İslam
medreselerinin bugünkü mirasçısı imam-hatip okulları değil Türkiye ve dünyanın
önde gelen üniversiteleridir. Ulema’nın muadili de imam-hatip mezunları değil
önde gelen üniversitelerin profesörleridir. (Aslında bugünkü Batı dünyası
üniversite geleneği gerçekten İslam medrese geleneğinin doğrudan mirasçısıdır –
bu konuda George Makdisi’nin 1989 tarihli makalesini şiddetle öneririm: Journal
of the American Oriental Society, cilt 109 sayı 2, 1989, s.175-182)
Klasik İslam döneminin entelektüel yaklaşımının en güzel
örneğini Gazali’nin Tahafüt adlı meşhur eserinin önsözünde bulabiliriz. Ay
tutulmasının nasıl meydana geldiğinin cevabını Kur’an-ı Kerim’de bulabilir
miyiz sorusuna “hayır” cevabını verirken Gazali der ki: bir mesele gözlem
yoluyla çözülebiliyorsa bu şekilde çözülür. Gözlem yoluyla çözülemeyip fikir
yürütme (analiz, spekülasyon) yoluyla çözülebiliyorsa öyle yapılır. Ne gözlem,
ne de fikir yürütme ile çözülemeyen meseleler inancın konusudur.
2016 Türkiye’sinde Gazali’nin bu yaklaşımının Boğaziçi ve
ODTÜ’de mi, yoksa semtinizin imam-hatip lisesinde mi daha çok kabul gördüğü
konusunu sizlerin takdirine bırakıyorum.
İmam-hatip okulları ve klasik İslam medreseleri hakkında
elimizdeki verileri inceledikten sonra şaşırtıcı olan imam-hatip okullarının
eski medreselerin yerini dolduramamış olması değil, kendilerine “İslamcı” diyen
çevrelerin imam-hatip okullarının misyonunun eski medreselerin misyonundan bambaşka
olduğundan habersiz olmalarıdır.
Sorunları teşhis etmekle yetmez, çözüm önerileri getirmek de
şart. Bu çalışmadaki tespitlerimizden hareketle somut bazı politika önerileri
sunabiliriz:
1.
Vatandaşların öteden beri güçlü bir din eğitimi
talebi var. Üstelik bunu devletin vermesini tercih ediyorlar. Devlet bu görevi
üstlenmeye devam etmek zorunda.
2.
Ortaokul olsun, lise olsun imam-hatip
okullarında eğitim kalitesi düşük. İyi öğrencilerin bu okulları tercih etmediği
aşikar. Çok vitesli bir sistemde çok sayıda çocuğu kalitesiz bir eğitime mahkum
etmek yerine normal lise/imam-hatip/meslek lisesi ayrımını kaldırarak, en
yetenekli %3-5 dışındaki tüm öğrencileri kendi mahallelerinde eğitecek yeni bir
sistem tasarlanmalı. Bu senaryoda ortaokul ve liselerde günde 5-6 ders ortak
olur. Kalan 2-3 ders saatinde isteyene din, isteyene mesleki eğitim, isteyene
spor ya da sanat eğitimi verilebilir.
3.
Devlet din dersi aracılığıyla toplum mhendisliği
yapma çabasından vazgeçmeli. Din dersi seçmeli ancak ciddi ve nitelikli olmalı.
4.
İslam alimi yetiştirecek elit bir imam-hatip
okulu kurulmak isteniyorsa merkezi sınavalarda ilk %1’e girebilen öğrencileri
cezbedecek bir okul tasarlanmalı. Bu okulun müfredatı hem fen lisesi müfredatını,
hem de karşılaştırmalı din, hukuk, felsefe ve siyaset derslerini içermeli.
5.
Klasik İslam geleneğini takiben Ulema’ya, yani
onların bugünkü mirasçıları olan üniversite profesörlerine gereken önem verilmeli,
hak ettikleri saygı gösterilmeli.
6.
Din derslerinde çocuklara İslam klasikleri
okutulmalı.
Türkiye’nin ihtiyacı, imam-hatip okullarını ideolojik bir
savaş alanı olmaktan çıkartıp rasyonel olarak ele almak ve iyileştirmektir.
Güzel, nesnel, ve yapıcı tespitler. İçi boş bir savunmaya, veya içi boş ve bilinmeden yapılan eleştirilere girmeden özenle hazırladığınız bu makalenizi beğendim. İyi çalışmalar.
ReplyDeleteGüzel çalışma. Şu da güzel
ReplyDeleteüniversite taban puanları
.