Türkiye siyasette neden kalıcı bir istikrar yakalayamıyor?
Toplumun büyük çoğunluğunun huzur ve güven içinde yaşayacağı bir ortam
yaratamıyor? Devletimiz neden eğitim, sağlık, bayındırlık hamleleri yapmak yerine Stalin dönemi yapıtlarını andıran bir "Aksaray" inşa ediyor?
Değerli siyasetçilerimizden, Demokrat Partili eski bakan ve Hürriyet Partisi kurucusu Feyzi Lütfü Karaosmanoğlu 31
Mart 1962’de Dünya gazetesinde yayınlanan “İdare edenler ve edilenler” adlı
makalesinde bu sorunun kaynağını açık ve net bir şekilde özetlemiş.
Ben bu makaleyi doktora çalışmalarım sırasında Prof. Kemal
Karpat’ın eserlerinde gördüm, aynen naklediyorum, detaylı referansı da yazımın
sonunda paylaşıyorum:
İdare Edenler ve Edilenler
Türkiye’de bildiğimiz
manada, iktisadi ve içtimai sebeplerle meydana gelmiş sınıf, henüz belli halde
yoktur. Varsa bile, şükürler olsun ki kavgasını pek görmüyoruz. Fakat bunun
ötesinde bundan tamamıyla ayrı olarak memleketimizde iki sınıf vardır ve bunlar
arasında da yıllardır gizli ve bazen de aşikar bir kavga, had safhada olmasa da
için için devam etmektedir. Bu sınıfların birisi idare edenler takımı, öbürü de
bunlar tarafından idare edilen, aydın olsun olmasın kendi işi ile meşgul olan
büyük halk kütlesidir.
Bunlar arasındaki
mücadele, idare edilenlerin öbürlerine karşı dayatması şeklinde dahi değildir.
Aksine kendilerini, bu halkı gökten nazil olan bir emirle idare etmekle
vazifelendirilmiş sananların ayni biçimde taarruzları, ceberrutlukları ve
hışımları halindedir. İdare edenler köyden çıkabilir, şehirden yetişebilir,
fakat nasıl ve nereden çıkarsa çıksın, nasıl ve nereden yetişirse yetişsin ayni
biçimde, ayni tutumda, ayni ziniyette ve huydadır. Bunlar, bir kere devlet
denen otoritenin çarkına dolandılar mı artık sıraları ve yerleri ne olursa
olsun en küçüğünden en büyüğüne kadar hemen bir gülmez surat takınırlar, bir
homurtulu ses edinirler ve koca kütleyi istedikleri gibi sevk ve idareye
yeltenirler. Kütle bizar olmuş, kütlenin içinde gönül koyanlar, üzülenler
bulunmuş umurlarında değildir. Ne yapmak lazımsa yapacaklar, ne söylemek
lazımsa söyleyecekler ve idare etmenin onlarca başdöndürücü olan zevki ve şevki
içinde ara sıra da adeta bir tasa yapar gibi bıktıklarını, usandıklarını lakin
memleket hizmetinin kendilerini bırakmadığını acayip bir çalımla yüzünüze karşı
haykırarak veya kısık bir sesle ifade ederek böylece devam edip giderler.
Vakıa bunlar halk
içinden çıkarlar ve bununla da ömürleri boyunca övünürler. İdare etmek için
okuduklarını, bunun için yetiştiklerini söylerler. Bunlar ya politikacıdır,
seçim denen vasıta ile işbaşına gelirler, yahut memurdurlar, küçükten
başlarlar, sıra takip ederek ilerlerler. Bir kere seçildiler, herhangi bir
kurula girdiler mi, bir kere tayin edildiler, bir masaya oturdular mı, yani
idare edilenler zümresinden ayrıldılar mı, o çehre, o ses, o tutum, o karar ve
kumanda tavrı derhal bunları bulur, idare ediyoruz dedikleri kütlenin yanı
başında kalmayıp karşısına geçerler ve bir ıslahatçı, bir terbiyeci, elinde
dizgin tutan bir adam haliyle kırbacı şaklatmaya, dizgini kasmaya ve tartmaya
başlarlar.....
Bu bir hastalıktır, en küçüğünden en büyüğüne kadar milleti idare etmek
için yaratıldıklarını sanan, aydın geçinenlerin hastalığıdır ve sürüp gidiyor.
Bugün yazılmış gibi güncel değil
mi? Bazı şeyler kolay değişmiyor. Ama daha güçlü, daha özgür, daha müreffeh bir
Türkiye için bizden öncekilerin başaramadıklarını bizim başarmamız gerekiyor.
Prof. Karpat’ın
Karaosmanoğlu’nun yazısını aynen paylaştığı “Yapısal değişim, modernleşme
sürecinin tarihsel aşamaları ve Türk siyasetinde sosyal grupların rolü” adlı
makalesi İngilizce olarak 1973 yılında (Kemal Karpat, Social Change and
Politics in Turkey, Brill 1973, s.11-92) Türkçe olarak da 2009 yılında (Kemal
Karpat, Osmanlı’da Elitler ve Din, Timaş 2009, s.23-120) iki derleme kitabında
yayınlanmış. Bu eserleri Türkiye’de siyaset ve toplumsal olaylarla ilgilenen
herkese tavsiye ederim.
Evet sorun Osmanli'dan beri budur: Devlet tanimi. Devletde ister siyasetci, ister burokrat, isterse teknokrat olsun koltuk kapan herkes makami ve konusuyla ilgili kendini mutlak yetkili ve yetkin gorur. Ustlerinden bir talimat gelmedikce agizlarindan cikan hasa Allah kelamidir. Devletin vatandas icin var oldugunu akillarina bile getirmezler. Yeni bir devlet anlayisi getirilmeli ve ilkokuldan itibaren Yurtdaslik bilgisi dersi mufredatina girmelidir.
ReplyDelete