1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP büyük bir başarı elde etti. 5 ay gibi kısa bir sürede oylarını 4,5 milyon adet, yüzde 8’den fazla artırdı.
Bu seçim başarısı çok dikkat çekici, zira Türkiye iki seçim
arasında ekonomi, güvenlik ve dış politika alanlarında çok ciddi sorunlar
yaşadı. AKP hükümetinin çok başarılı, geleceğe yönelik ümit veren bir yönetim olmadığı aşilar. Böyle bir ortamda iktidar partisinin oy kaybetmesi beklenirdi, ancak
tam tersi oldu.
Kampanya ortamı adil değildi. Muhalif basın üzerinde baskı vardı. Devlet imkanları azami oranda AKP lehine kullanıldı. Bunlar önemli faktörler, fakat hem 7 Haziran'da hem de 1 Kasım'da mevcut olduklarından aradaki farkı açıklayamazlar. Üstelik AKP 7 Haziran'a bir yenilmezlık imajı altında ve 400 milletvekili isteyerek girmişken 1 Kasım'da Meclis'te mutlak çoğunluğunu kaybetmiş ve yenilmesi pekala mümkün bir partiydi. Ne oldu da seçmen tercihi bu kadar büyük oranda AKP lehine değişti?
Kanaatimce sorunun cevabı iletişim stratejisinde yatıyor. Oy kullanan, sandık başında partiler arasında tercih yapan bir seçmen kafasında tek bir soruyu yanıtlar: benim için hangi seçenek en iyisi? Ancak bu noktada seçeneklerin ne olduğuna dikkat etmek gerek. Normalde seçenekler partilerdir: seçmen tüm parti alternatiflerini kafasında karşılaştırır ve kendisine en makul gelene oyunu atar. Bu seçimde AKP seçmenin cevapladığı soruyu değiştirmeyi başardı. Dünya siyaset tarihine geçecek ve kampanya stratejisi derslerinde okutulacak bir algı yönetimi örneği yaşadık.
Kampanya ortamı adil değildi. Muhalif basın üzerinde baskı vardı. Devlet imkanları azami oranda AKP lehine kullanıldı. Bunlar önemli faktörler, fakat hem 7 Haziran'da hem de 1 Kasım'da mevcut olduklarından aradaki farkı açıklayamazlar. Üstelik AKP 7 Haziran'a bir yenilmezlık imajı altında ve 400 milletvekili isteyerek girmişken 1 Kasım'da Meclis'te mutlak çoğunluğunu kaybetmiş ve yenilmesi pekala mümkün bir partiydi. Ne oldu da seçmen tercihi bu kadar büyük oranda AKP lehine değişti?
Kanaatimce sorunun cevabı iletişim stratejisinde yatıyor. Oy kullanan, sandık başında partiler arasında tercih yapan bir seçmen kafasında tek bir soruyu yanıtlar: benim için hangi seçenek en iyisi? Ancak bu noktada seçeneklerin ne olduğuna dikkat etmek gerek. Normalde seçenekler partilerdir: seçmen tüm parti alternatiflerini kafasında karşılaştırır ve kendisine en makul gelene oyunu atar. Bu seçimde AKP seçmenin cevapladığı soruyu değiştirmeyi başardı. Dünya siyaset tarihine geçecek ve kampanya stratejisi derslerinde okutulacak bir algı yönetimi örneği yaşadık.
Seçmen 1 Kasım’da “AKP mi başka bir parti mi” sorusunu
sorsaydı büyük ihtimalle 7 Haziran’a yakın bir netice alınırdı. “Mevcut AKP
iktidarı başarılı mı” sorusunu sorsaydı AKP oylarının düşmesi kaçınılmazdı. AKP
çok başarılı bir stratejiyle seçmenin kafasındaki soruyu “AKP’yi tek başına mı
yoksa başka bir partiyle beraber mi alırsınız” olarak değiştirdi.
Bu değişimin bir mantık, bir de iletişim boyutu var.
Seçmenin böyle bir paradigma değişikliğine ikna edilebilmesi için hem iddiada
yüksek bir doğruluk payı olması, hem de hikayenin çok iyi anlatılması gerekir.
1 Kasım öncesinde her iki koşul sağlandı.
Önce iddianın mantık tarafını, doğruluk payını ele alalım. 7
Haziran seçimlerinde AKP tek başına iktidarı kaybetti. Ancak en yakın rakibinin
%15 önündeydi. Seçimler tekrarlansa da en büyük parti olacağından kimsenin
şüphesi yoktu.
Devlet Bahçeli’nin seçim gecesi yaptığı açıklamalar 292
milletvekili çıkaran 3 muhalefet partisinin AKP’ye karşı birleşme ihtimali
olmadığına işaret ediyordu. Meclis başkanlığı seçimi sonrasında bu konuda hiç
bir şüphe kalmadı: AKP’siz hükümet kurulamayacağı net bir şekilde belli oldu. AKP’siz
bir hükümet mümkün değilse, doğal olarak seçmenin önünde sadece üç seçenek
kalır: tek başına AKP iktidarı, AKP’li bir koalisyon ve hükümet bunalımı. AKP’nin
stratejisi genel kabul gören bu gerçek üzerine kuruldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçimleri yenileyerek
partisine tek başına iktidar için bir şans daha vermeye baştan karar vermişti. Partisini
bu yönde sevk ve idare etti. Muhalefetin kendisine karşı birleşememesinin
rahatlığıyla, AKP koalisyon masasına şartlarım kabul edilmezse seçime giderim
diyerek oturdu. MHP ile çok yüzeysel bir görüşme yapıldı. CHP ile uzun uzadıya
görüşüldüyse de süreç büyük ölçüde kapalı kapılar ardında yürüdüğünden ne kadar
ciddi olduğu kamuoyu tarafından anlaşılamadı. Bu sırada AKP hem sahada, hem de
medyada “koalisyon kurmanın çok zor olduğu” temasını işledi.
Seçmenin AKP’siz bir hükümetin mümkün olmadığı kanaatini
pekiştirmek açısından AKP ara dönemde hiç bir şekilde iktidardan ayrılmamayı
hedefledi. Seçim hükümeti kurulurken CHP ve MHP’ye kabul etmeyecekleri aşikar
olan teklifler yapıldı. 45 günlük süre yavaş kullanıldı. Ahmet Davutoğlu’nun
hükümeti kuramamasının ardından CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na göev
verilmesini gerektirecek bir süre kalmaması hedeflendi. Zira Davutoğlu görevi
iade edip Kılıçdaroğlu hükümeti kurmaya çalışsa, güvenoyu alamasa da
tekrarlanan seçimlere bir CHP geçici hükümetiyle gitme ihtimali vardı. AKP’siz
bir geçici hükümet, seçmeni tek başına AKP, AKP’li koalisyon ve hükümet
bunalımı seçeneklerine sıkıştırma stratejisini riske atardı. Bu risk kararlı
bir mücadeleyle bertaraf edildi.
Bu noktada muhalefet partilerinin aralarında anlaşamayarak
Meclis başkanlığını AKP’ye teslim etmesi Cumhurbaşkanı’nın elini rahatlattı. Meclis
başkanlığı AKP’de olmasaydı Anayasanın ilgili maddesinde öngörülen “Meclis
başkanı ile istişare etme” şartı muhalefete seçimlerin hemen yenilenmesini önleme
ve AKP dışından birine görev verilmesini zorlama şansı verebilirdi. AKP Meclis
başkanlığını kaptırmamanın faydasını gördü.
Seçim kampanyası başlarken seçmenin tek başına AKP, AKP’li
koalisyon ve hükümet bunalımı olarak üç seçeneğe kıstırılması operasyonu
başarıyla sonuçlanmıştı. Kampanya sırasında güvenlik endişeleri “tek parti
iktidarı koalisyondan iyidir” ve “hükümet bunalımı felakettir” temalarının
işlenmesi için kullanıldı.
Seçimleri izleyen yerli ve yabancı siyaset bilimci ve
gazetecilerin tamamı AKP’nin bu paradigma değişikliği hamlesini ıskaladı. Ben
de ıskaladım. Herkes iki seçim arasında ekonomi ve dış politikada yaşanan
sorunlar, terör saldırılarıyla ortaya çıkan büyük güvenlik zaafı ve AKP’nin
koalisyon kurmaktaki isteksizliğinin AKP alehine çalışacağını düşünüyordu. Öyle
olmadı, çünkü AKP’siz bir hükümet seçeneği seçmenin zihninden silinmişti.
AKP’siz tek formül hükümet bunalımı olarak görüldüğü,
koalisyonlar da zor ve öngörülemez olarak algılandığı için seçmenin kafasındaki
soru “AKP tek başına gelsin mi gelmesin mi” haline geldi. Bu durumda AKP’nin
zaafları da önemsiz hale geldi. “Madem ki AKP’nin zaaflarıyla yaşamamız
kaçınılmaz, bari uyum içinde çalışan bir hükümet olsun” tercihi öne çıktı.
Bu dediklerim elbette sadece kararsız, ya da partisine kesin
olarak bağlı olmayan seçmen kitlesi için geçerli. Ama bu kitle yüzde 10-15 bile
olsa seçimin sonucunu değiştirmeye yeterli oldu.
Tasarlanan stratejinin uygulaması da önemliydi. Bu tarafta
büyük bir zorluk yoktu, zira kampanya yönetimi zaten öteden beri AKP’nin en
güçlü yanıydı.
AKP teşkilatı sahada her zamanki gibi aktif çalıştı. Gönüllüler
önceki seçimlerde olduğu gibi tek tek her eve gitmeye gayret etti. Belki de 7
Haziran öncesinde iktidarı kaybetme olasılığı akla gelmediğinden, gündem “330’u
alır mıyız almaz mıyız” olduğundan teşkilat daha rahattı. 7 Haziran’da teşkilat
kaybetmenin mümkün olduğunu görünce 1 Kasım için çok daha sıkı çalıştı.
Vaadler konusunda AKP yönetimi tedbirli davrandı, CHP’nin 7
Haziran’da ortaya koyduğu vaadler için “aynısını biz de vereceğiz” dedi. Diğer
partilerin aday listeleri neredeyse tamamen aynı kalırken AKP aday listeleri neredeyse
yarıya yakın değişti. Üç dönem kuralına takılan 20 eski isim geri getirildi.
Ali Babacan ikna edildi. Tuğrul Türkeş MHP’den transfer edildi. Cumhurbaşkanı
çok daha az miting yaptı. Başkanlık sistemi gündeme getirilmedi, sadece tek
başına iktidar teması işlendi. Güvenlik sorunlarının yarattığı korku azami
oranda kullanıldı.
5 ayda 4,5 milyon oy nasıl alındı sorusunun cevabı kısaca
böyle. AKP, seçmenin kafasındaki soruyu “AKP mi başka parti mi” ya da “AKP
başarılı mı başarısız mı” yerine “AKP iktidarı tek başına mı yoksa koalisyonla
mı gelsin” olarak şekillendirmeyi başardı. Gelecekteki seçimlerde tüm
siyasetçilerin ders alması gereken bir “algı operasyonu” harikası yaşandı.
AKP iktidarının devam etmesinin Türkiye için hayırlı
olduğunu düşünmüyorum. Ama bir siyaset bilimci olarak bu çapta bir algı
yönetimi stratejisini tasarlayan ve başarıyla uygulayanları tebrik ediyorum.
umarım bir daha siyaset bilimciler tespitlerinde bu kadar geç kalmaz
ReplyDelete