Tuesday 27 January 2015

Sağ ve sol kavramlarının ahlaki ve psikolojik temelleri

“Sağ” ve “sol” kelimeleri günlük siyasi tartışmalarda çok kullanılır, ama genellikle net bir şekilde tanımlanmaz. Herkesin kafasında “üç aşağı beş yukarı” ne demek oldukları hakkında bir fikir vardır, ama bu fikirler tutarlı bir tanıma, pratikte işe yarayacak somut bir siyaset modeline dönüştürülebilir mi? Bir kişinin siyaseten sağda mı solda mı olduğunu belirleyen faktörler nedir? Bu faktörlerin ahlaki veya psikolojik temelleri var mıdır?

Bu konuda New York Üniversitesi sosyal psikoloji profesörü Jonathan Haidt bu konuda çok aydınlatıcı bir sunum yapmış:   


Bu video bir “TED talk”. TED, 1980’lerden bu yana yaratıcı ve farklı fikirlerin paylaşıldığı bir platform. Akademik çalışmalardan yeni tasarımlara, felsefede yeni perspektiflerden değişik alanlardaki uzmanların şahsi tecrübelerine kadar çok farklı ilginç fikirlerin 10 dakikayı geçmeyen sunumlar şeklinde paylaşılıyor.

Haidt’a göre sağ ve sol kavramlarının çok net psikolojik temelleri var: yeni deneyimlere açık olan insanların genellikle toplumsal normlar konusunda “açık görüşlü” / “liberal”, aşina oldukları deneyimleri tercih edenlerin ise genellikle toplumsal normlar konusunda “kapalı görüşlü” / “muhafazakar” olduğu gözleniyor.

Bu tanımlama sağ ve solu sadece ekonomi politikaları boyutunda devletçi ya da piyasa taraftarı olma kriterine göre veya dini inançlara göre tanımlamaya göre daha kapsamlı ve açıklayıcı.

Bu sağ ve sol tanımlarını kişilerin ahlaki meselelere bakışıyla üst üste koyunca çok ilginç bir tablo ortaya çıkıyor.

Haidt ahlaki meseleleri 5 genel grupta topluyor:
1. Koruma, zarar vermeme
2. Adalet, karşılıklılık
3. Otoriteye saygı
4. Grup içi sadakat
5. Saflık, kutsallık

Çok sayıda ülkede yapılan araştırmalar çok benzer sonuçlar ortaya koyuyor: daha solda / daha liberal olan insanlar bu beş gruptan ilk ikisine diğer üçüne oranla çok daha fazla önem veriyor. Daha sağda / daha muhafazakar olan insanlar ise beş gruba hemen hemen aynı derecede önem veriyor.

Koruma ve adalet duyguları tüm insanların ortak paydası iken otoriteye saygı, grup içi sadakat ve kutsallığa verilen önem bazı insanlar için koruma ve adalet duyguları kadar önemli iken bazu insanlar için değil. Yani insanların siyasi tercihleri ile ahlaki görüşleri arasında güçlü bir bağ var.


Farklı toplumlarda bu kadar benzer sonuçlar alınması bu tercihlerin insan doğasının çok temel unsurları olduğuna işaret ediyor.

Muhtemelen sağ ve sol uçlar arasında evrimsel bir denge söz konusu: bir toplumda otoriteye saygı, grup içi sadakat ve kutsallığa verilen önemin azalması o toplumu yeniliklere daha açık hale getiriyor, ama aynı zamanda da istikrarsızlık riskini artırıyor. Toplumlar zaman içinde iki uç arasında gidip geliyor.

Bu analizden çıkarılacak en önemli ders bence toplumsal barış ve uzlaşma konusunda: şayet sağ ve sol kavramlarının bu kadar derin psikolojik temelleri varsa, farklı görüşteki insanların birbirlerini değiştirmek için kıran kırana mücadele etmek yerine birlikte çatışmasız bir şekilde yaşamanın yollarını araması daha faydalı olur.

Bu vesileyle bana Jonathan Haidt’in TED videosunu tavsiye eden dostum Dr. Emre Erdoğan’a tekrar teşekkür ederim.


Monday 19 January 2015

Bornozlu askerlerin esrarı çözüldü!


Cumhurbaşkanlığı sarayındaki bornozlu askerlerle sosyal medyada epeyce dalga geçildi. Ancak bu olayın sosyal medya fenomeni olmanın ötesinde de bir anlamı var.

Akparti’nin felsefi çizgisinde Türklüğün makbul bir değer olmadığını biliyoruz - Türk milli devletinin “tarihte bir parantez” olarak gördüklerini çeşitli defalar ifade ettiler. (Bu konuyu daha önceki bir blog yazımda ele almıştım.) Hal bu iken neden Cumhurbaşkanlığı sarayında Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas’ın ziyareti sırasında 16 Türk devletini hatırlatmak ihtiyacı duyuldu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temel önceliği her zaman “sandık” oldu. Adımlarını genelde ne kadar oy getirip götüreceğine göre atıyor.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi için bir dönüm noktasıydı. Selahattin Demirtaş’ın %10’a yakın oy alması HEP’le başlayıp BDP’ye kadar uzanan partiler silsilesinin aldığı en iyi sonucun çok üzerindeydi.

Seçmen tercihlerinde aşinalık çok önemli rol oynar. Bir partiye daha önce oy vermiş birini o partiye tekrar oy vermeye ikna etmek hiç oy vermemiş birini ikna etmeye göre daha kolaydır. Hele Kobani ve Cizre gibi olaylardan sonra, daha önce Kürt siyasi hareketinin partilerine oy vermemiş ama Demirtaş’a Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy vermiş olan kitlenin önümüdeki seçimde HDP’ye oy verme şansı yüksektir. Kürt seçmenler arasında Akparti’den HDP’ye geri dönüşü olmayan bir kayma yaşanabilir.

Öte yandan HDP son zamanlardaki performansıyla 1990’larda başında Refah Partisi, MHP ve DSP’nin geçtiği gibi, “marjinal” bir parti algısından genel kabül gören bir parti algısına doğru hızla ilerliyor. Bu ortamda, 2015'te ilk defa oy kullanacak olan gençler arasında Akparti/HDP arasında tercih yapmaya çalışanların HDP'ye eskisine göre daha fazla yönelmesi muhtemeldir.

En son kamuoyu yoklamaları HDP’nin bir miktar güç kazanması dışında seçmenlerin 2014 yerel seçimlerindeki tercihlerinin fazla değişmediğini gösteriyor. İl genel meclisi ve büyükşehir belediye meclisi seçim sonuçları Akparti %43,3 – CHP %25,6 – MHP %17,6 – HDP %6,6 – Saadet %2,8 idi. Akparti ve CHP’nin %1,5’ar oy kaybedip HDP’nin az farkla barajı geçtiği senaryoda milletvekili dağılımı aşağıdaki gibi oluyor:

Akparti 268 – CHP 129 – MHP 94 – HDP 59

Yani 2015 genel seçimlerinde HDP’nin meclise girmesi halinde Akparti’nin çoğunluğu kaybetmesi kuvvetle muhtemel.

Toplumdaki Akparti/CHP karşıtlığı o kadar keskin ki, Erdoğan veya Davutoğlu ne yaparsa yapsınlar CHP’den Akparti’ye bir seçmen kayması olasılığı yüksek değil. Bu durumda 2014’te MHP’ye kayan oyları geri almak Akparti’nin önceliği haline geliyor.

Akparti ve Erdoğan her zaman sembolleri kullanarak ve duygulara hitap ederek siyaset yaptılar. “Zina suç olsun” tartışmalarından 3 çocuk söylemine, 2014 yerel seçimleri öncesi bayraklı reklam filminden bitmeyen mağdurluk edebiyatına kadar bu stratejiye pek çok örnek bulmak mümkün.

Bu nedenle, bornozlu askerler olayına da sadece mantık perspektifinden değil duygu, semboller ve seçmen hesapları ışığında bakmak gerek.

“Bornozlu askerlerin esrarı” işte bu: 2015 genel seçim hesapları!


Thursday 15 January 2015

Yugoslavyalaşmanın ayak sesleri

Bugün THY artık Cumhuriyet gazetesini dağıtmayacağını açıklamış.


Akparti iktidarı çok yanlış bir yola girmiş durumda. “Madem ki Meclis çoğunluğumuz var, kafamıza ne eserse onu yaparız” ve “seçim kazanan için her şey mubahtır” yaklaşımları hayal etmekte bile zorlanacağımız kadar riskli. Sonra “Türkiye nasıl Yugoslavya oldu” diye çok ağlarız.

Çok yakınımızda ve çok yakın tarihte yaşanan örneği hatırlayalım. 1990’lar Yugoslavya’sındaki “kültürel bölünme” bugünkü Türkiye’den fazla değildi. Sırp, Hırvat ve Boşnak etnik grupları “aşağı yukarı” değil tamamen aynı dili konuşur. Sloven ve Makedon dilleri de bu ortak dilin yakın akrabasıdır.  “Bölünmüşlük” esasen objektif/demografik değil algısaldı.

Sebeplerini ve gelişimini uzun uzadıya tartışabiliriz, ama bir noktada Sloven ve Hırvat nufus Yugoslavya devleti için “bu devlet benim devletim değil” hissine kapıldı. Bu his bir kere oluştuktan sonra geriye dönüş çok zor: bir yanda Yugoslavya’nın acı tecrübeleri, öye yanda Güneydoğu’da otuz yılda geldiğimiz nokta malum. Suriye ve Irak’taki insanlık dramlarına ise hiç girmeyelim.

Son günlerdeki olaylar gösteriyor ki vatandaş-devlet ilişkilerinde dışlanmışlık hissi bir toplumsal patlama noktasına gelmiş durumda. Gezi Parkı olayları bunun ufak bir habercisiydi sadece.

Başta Sayın Erdoğan olmak üzere Akparti üst yönetiminin bu konuda acilen bir durum değerlendirmesi yapması şart. Sandıkta %40 ya da %50 oy alacağım diye sürekli gerginlik politikası yürütmenin maliyeti çok ağır olabilir. Yanlış yolda “sağlam irade” bugün hayal bile edemeyeceğimiz bir tahribata yol açabilir. Tornistan zamanı bugün - yarın çok geç olabilir.

Wednesday 14 January 2015

Paris teröristleri kime mal edilebilir, kime mal edilemez

Doğma büyüme Fransız olan Paris teröristleri İslam alemine, tüm Müslümanlara mal edilemez.

Arap halklarına mal edilemez. “İslamcı”, “siyasi İslamcı”, “İslami”, hatta “İslam devrimcisi” olduğunu iddia eden siyasi hareketlere de peşinen mal edilemez.

Ama:

Paris teröristleri, IŞİD, El Kaide, Taliban, Boko Haram arasında bir ortak payda olduğu da aşikar.

Nedir bu ortak payda: yüzeysellik, dar görüşlülük, farklılıklara düşmanlık ve pan-İslamizm.

Çok karmaşık dünyayı çok basit sloganlarla açıklamaya çalışıyorlar. Kendi akıllarına o anda esenin dışında hiç bir görüşü dinlemiyorlar. Farklı düşünenlere, hatta herhangi bir şey düşünenlere düşmanlar. Tüm İslam alemini kendilerine itaat etmek zorunda olan bir birlik olarak hayal ediyorlar. Özetle, adamlar “arızalı”.

Arızalılarla Avrupa ve İslam alemi arasındaki ilişki ne?

Arızalılar şu soruya takılmış durumdalar: “neden ecdadımız dünyayı fethetmişken; bilimde, sanatta, devlet yönetiminde ve yaşam kalitesinde dünyaya liderlik ederken biz bu haldeyiz?”

Aslında bu soru İslam aleminde herkesin içini yakıyor. Arızalılar bu bakımdan İslam aleminin genelinden farklı değil.

Öte yandan kontrolü kaybetmelerinin, şiddete eğilimlerinin nedenlerini içinde yaşadıkları ekonomik ve sosyal koşullarda aramak gerekiyor. Bu koşulların oluşmasında ise Paris teröristleri için Fransa’nın, Taliban için Afganistan’ı işgal eden dış güçlerin, IŞİD içinse hem Saddam/Esad ikilisinin hem de işgalcilerin sorumluluğu var.

Sorunu çözmek için her iki koldan ilerlemek şart: hem ekonomik ve sosyal koşullar iyileştirilecek, hem de tüm İslam aleminin içini yakan soruya samimi bir yanıt verilecek. Birinci konuda Avrupa ve ABD’nin, ikinci konuda İslam aleminin rolü daha büyük, ama her ikisinde de işbirliği ve diyalog şart.


16 değil 116 Türk devleti


Bu “tarihte 16 Türk devleti kurulmuş” saçmalığı bir türlü bitmiyor. Birisi bir gün çalakalem rastgele 16 isim yazmış, milletçek sorgulama alışkanlığımız olmadığı için öylece kalmış.

Okul müfredatında onyıllardır var, hatta Cumhurbaşkanlığı forsuna girmiş. Hiç bir tutarlı tanıma uymuyor, ama bir türlü değiştiremiyoruz.

Neden 16? Büyük bir yıldızın etrafına 16 küçük yıldız konunca simetrisi, estetiği olan bir şekil ortaya çıkıyor da ondan.

Eksiklerin, tutarsızlıkların hangisinden başlayalım?

Tarihte genel olarak “Hint-Moğol” imparatorluğu olarak anılan Babür imparatorluğu var, ama kurucusu Türkçe şiirleriyle meşhur olan Safevi imparatorluğu yok. Safevi’leri takip eden Kacar hanedanı da yok.

Altınordu devleti var, ama Cengiz Han sülalesinden diğer kardeş ve kuzenlerin kurduğu İhanlı devleti, Çağatay ve Kubilay hanlıkları yok.

Cengiz Han ordularının yıktığı Anadolu Selçuklu devleti yok. Cengiz Han ordularını yenmiş tek devlet olan Memluklar da yok.

Kriter büyük imparatorluk olmaksa Safevi, Kubilay, İlhanlı ve Memluk devletlerinin dışarıda bırakılmasını açıklamak mümkün değil.

Birinci Göktürk devleti var, ama Orhun yazıtlarını bırakan ikinci Göktürk (Kutluk) devleti yok.

İlk defa Türkçeyi resmi dil ilan eden Karamanoğulları yok. Osmanlı’nın yenip ülkesine kattığı Germiyan, Saruhan, Aydın, Menteşe, Dulkadir beylikleri yok.

Türk’le Kürt etle tırnak gibidir diyoruz, Selahattin Eyyubi de yok.

Osmanlı ile aşağı yukarı eşzamanlı Akkoyunlular, Karakoyunlular yok.

Avarlar, Hazarlar var ama batı Asya steplerinden orta Avrupa’ya göç eden diğer kavimler Macarlar, Bulgarlar, Başkurtlar, Peçenekler yok. Hıristiyan Gagavuz Türkleri de yok.

Kırım ve Kazan hanlıkları yok. Yakın zamanlardaki Buhara, Hiva ve Kokand hanlıkları yok.

Türkiye Cumhuriyeti’nden önce kurulmuş Azerbaycan yok. Büyük emeklerle kurduğumuz KKTC de yok. Son zamanlarda aileye katılan Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan yok.

Türkçe veya Türkçeye yakın diller konuşan grupların kurduğu devletler böyle. Öte yandan, Osmanlı’nın “ecdadını” sayarken ilk iki sıraya koyduğu İslam halifeliği ve Roma imparatorluğunu ne yapacağız? Osmanlı’yı Osmanlı, Türkiye’yi Türkiye yapan miras içinde Türk devletleri kadar İslam halifeliği ve Roma imparatorluğu’nun da payı var.

İhmal edilen bu devletlerin hepsinin üniformalı balmumu askerlerini koysak Aksaray bayağı kalabalık olur. Neyse ki 1000 odalı, baştan bu ihtimale göre tasarlanmış!