Thursday 27 May 2010

Anayasa değişikliği konusunda ABD Anayasasının kuralları

Başbakan Erdoğan ısrarla TBMM'nin salt çoğunlukla Anayasayı değiştiremiyor olmasının demokrasiye aykırı olduğunu iddia ediyor. Kendisine 200 yılı aşkın bir süredir, pek çok krizi göğüsleyerek ayakta kalmış olan 1787 ABD Anayasasını hatırlatmak gerek.

ABD'de Anayasa değişikliği için iki yöntem var:
- Değişikliklerin parlamentonun iki kanadının her ikisinin de 2/3 çoğunluğu ile kabul edilmesi
- Eyaletlerin 2/3'ünün önerisi ve parlamentonun onayı ile bir "Anayasa konvansiyonu" toplanması; değişikliklerin bu konvansiyonda yapılması

Her iki yöntem altında da Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi için eyaletlerin 3/4'ünde ayrı ayrı kabul edilmeleri gerekiyor.

ABD'de bu zor mekanizma neden konmuş? Ve neden başarılı olmuş?

Demokrasi yasama organı diktatörlüğü demek değildir. Yasama organı da oyunun kurallarına uymak zorundadır. Yasama organı kuralları keyfi olarak değiştirme imkanına sahip olursa bu da demokrasiye yönelik bir tehdit oluşturabilir.

Şimdi kendimize soralım: bizde bu kural geçerli olsa acaba TBMM'nin gizli oy kuralını ihlal ederek kabul ettiği Anayasa değişikliği paketi 81 ilin 61'inde kabul görür müydü? Cevap belli: Hayır.

Yeni dış politika ve sürprizler

Brezilya / Türkiye / İran anlaşmasına tepkiler ilginç.

Türkiye'de en milliyetçi yazarlardan ta Baskın Oran'a kadar uzanan bir uzlaşma oluştu. Yıllardır "aman Batı ne derse yapalım yoksa mahvoluruz" edebiyatı yapan sözde liberallerin bile sesi çıkmıyor. Her türden milliyetçiler, her türden dinci/cemaatçiler ve her türden solcular 1919'dan bu yana ilk defa bu kadar rahat ve mutlak bir fikir birliğine vardı. Meğer herkes bağımsız dış politika özlemi ile yanıyormuş.... : )

Öte yandan Batı aydınlarının önemli bölümü de sert tepkide birleşti. Tom Friedman gibi genellikle farklı kültürler arası denge ve eşitlikten bahseden bir yazar bile posta koyuyor. ABD'nin insan hakları ihlal şampiyonu Suudi Arabistan'a yazdığı açık çek Friedman gibi Amerikalı aydınları rahatsız etmezken İran konusunda farklı fikirlere bu tepki neden? "Farklı kültür ve ideolojilerle diyalog olacaksa onu da biz yaparız" yaklaşımı tabii. Edward Said'in vurguladığı gibi, Batılı olmayana karşı kendini mutlak üstün görme en liberal aydınına kadar Batılıların içine işlemiş.

Anayasa değişikliği paketine HAYIR

Yaklaşmakta olan Anayasa değişikliği referandumunda HAYIR oyu vereceğim. Bu kararımın arkasındaki nedenleri şöyle özetleyebilirim:

1. Türkiye'nin ihtiyacı demokrasinin gelişmesi ve insan haklarının güçlendirilmesidir. Bu Anayasa değişikliği demokrasi ve insan haklarında en ufak bir iyileşme getirmemektedir.

2. Ülkenin yeni bir genel seçime ihtiyacı vardır; HAYIR oyu AKP'yi erken seçime zorlayacaktır.

3. Türkiye'de bugün yasama ve yürütmenin yargı üzerindeki etkisini artırmak fayda değil zarar getirecektir. Yargı reformunu yargı bağımsızlığını zayıflatan değil güçlendiren bir şekilde yapmak gerekir.

4. Anayasa değişikliği 2000 yılında olduğu gibi TBMM'deki tüm partilerin uzlaşması ile yapılabilirdi, yapılmalıydı.

5. AKP hükümeti bu pakete harcadığı vaktini işsizlik, kalkınma gibi daha acil konulara harcamalıydı.

6. Katılımcı bir şekilde hazırlanmayan Anayasalar referandumla yürürlüğe girseler de meşruiyet kazanamazlar (bakınız %92 oyla kabul edilen 1982 Anayasası)

7. Ülkedeki farklı fikileri kucaklamayan Anayasalar referandumla yürürlüğe girseler de meşruiyet kazanamazlar (bakınız %62 oyla kabul edilen 1961 Anayasası)

8. Milletvekili adayları demokratik ve katılımcı bir şekilde belirlenmez iken TBMM'nin Anayasa Mahkemesi ve HSYK'ya üye seçmesi demokrasiyi güçlendirmez, zayıflatır

9. Demokrasinin güçlenmesi için yapılması gereken seçim sistemi ile partilere devlet yardımının adil hale getirilmesi ve önseçim mekanizması ile partilerin demokratik hale getirilmesidir.

10. Anayasa değişiklikleri geçmişe değil geleceğe bakarak yapılmalıdır.

Anayasa değişikliği konusu sadece siyasi partilere bırakılamayacak kadar önemlidir. Tüm vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşlarının tartışmalar ve kampanyada aktif rol alması şarttır. Bu çerçevede herkesi göreve davet ediyorum.

Siyasetçilerin saydamlığı

Kılıçdaroğlu'nun gömleği eski bir tartışmayı tekrar başlattı. Hangi siyasetçi ne kadar varlıklı?

Türkiye demokratik bir siyasi sistem ve serbest piyasa ekonomisine sahip. Hal bu iken siyasetçilerin ne kadar varlıklı olduğundan ziyade bu varlığın kaynağı ve gelişimine odaklanmakta yarar var.

Siyasete giren ve ülkenin yönetimine talip olan bir kişi toplumun bazı kişisel bilgilerini öğrenme hakkına sahip olduğunu peşinen kabul etmelidir.

Türkiye'de TBMM üyeliği ve Belediye Başkanlığı gibi önemli seçilmiş görevlerde bulunan kişilerin kendileri ve yakın aile fertlerinin sadece bugünkü mal varlıkları değil son 10-15 yılda verdikleri vergi beyannameleri de kamuya açık olmalıdır. Bugün resmi kurumlar tarafından siyasetçilerden alınan bilgiler hem yeterince kapsamlı olmadıkları, hem de kamuya açık olmadıkları için sembolik olmaktan öteye gitmemektedir. Siyasetçi ve ailesinin gelir ve servetinin uzun vadeli seyri bilinmeli ki vatandaş bir sebepsiz zenginleşme hali olup olmadığını teşhis edebilsin.

Dünyanın olgun demokrasilerindeki saydamlık standardı budur.

Monday 24 May 2010

AKP ve Atatürk

Bugün Anayasa değişikliği paketinin içeriğine bakarken tesadüfen AKP web sitesine girdim. Açılış sayfasında bir Atatürk resmi ve imzası gördüm, ilgimi çekti, tıkladım. Nereye gidiyor dersiniz? Milli Eğitim Bakanlığı web sitesine.

Gülmeli mi, ağlamalı mı? Ya adam gibi özgün malzeme koyun, ya da link koymayın beyler! Bu kadar da göstermelik olmaz ki...

Atatürk ile ilgili yorumu MEB’nin çocuklar için hazırladığı içerikten ibaret olan bir partinin Orta Vadeli Program diye zayıf not alacak bir ev ödevi kıvamında bir ekonomik plan hazırlamasına şaşmamak lazım.

Sırf bu bile referandumda HAYIR oyu vermeye yeter.... : )

Davutoğlu'nun Forum Istanbul konuşması

Cuma günü Forum Istanbul’da Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasını dinledim.

Verdiği mesajları özetlemek gerekirse:

- Uluslararası sistem katılımcı olmalıdır, zira meşruiyeti katılımcılığından gelir. 2.dünya savaşı sonrası kurulan düzen meşruiyetini ve işlerliğini kaybetmiştir.

- İran meselesi bizi etkiliyorsa söz söyleme hakkına sahibiz. Sonuçlarına katlandığımız süreçlerin akışına da katılmamız gerekir. Söz sahibi olmadığımız kararların salt uygulayıcısı olmamız beklenmesin.

- Bu mantıkla sadece İran değil, Gürcistan krizine de müdahil olduk. Krizleri patlak vermeden yönetmek gerekir. Başka bir örnek, Bosna’daki Bosna-Sırbistan-Türkiye danışma sürecidir.

- Yeni bir Türk vizyonu ortaya koyuyoruz. Köprü olmakla yetinmeyeceğiz. Krizlere tepki veren ve bedek ödeyen ülke olmayacağız. Söz söyleme ve kararlara katılma hakkımızın takipçisi olacağız.

- Biz AB’den daha hızlı, gerekirse saatler içinde hareket edebiliyoruz.

- Türkiye bir merkez ülkedir. Hem Avrupalı, hem Asyalı, hem de Afrikaya komşuyuz. Biz ilgilenmemeye çalışsak da konular bizi ilgilenmeye mecbur bırakıyor. Sırbistan'da Sancak’tan Afganistan'da Belh’e insanlar bizden taleplerde bulunuyor.

- Edirne-Üsküp, Antep-Halep, Musul-D.Bakır, Artvin-Batum hatlarında entegrasyon olması mülteciler yerine işadamlarının seyahat etmesini sağlar.

- Merkez ülke olmanın gereklerini yerine getireceğiz:
o İç siyasi yapıyı doğru yere oturtuyoruz. Özgürlük ve güvenliği vatandaşımıza birlikte vereceğiz.
o Komşularla sıfır sorun: bu konuda naif değilim. Sıfır sorun demek sorun olduğunda üçüncü partileri dahil etmeden sorunu komşumuzla aramızda çözecek kadar yakın bir ilişkiye sahip olmaktır.
o İnsanların serbest dolaşımı: mallar gibi insanlar da serbest dolaşabilmeli, insanımız gerektiğinde istediği ülkeye bir günde gidebilmeli. Almanya-İtalya çizgisi ile Rusya/Hindistan/Çin arasında başka büyük ülke yok, burada işadamlarımızın rahat hareket etme imkanına sahip olmasını sağlamamız gerek.
o AB meselesi: AB üyeliği ile merkez ülke vizyonu arasında çelişki yoktur. AB bölgede daha etkin olmak için bizi almalı. Ama Avrupa’da da katılımcı ve belirleyici olmak istiyoruz.

- Her uluslararası rejim Türkiye’de de izdüşümünü yaratır. Westphalia uzlaşması / Köprülü reformları, Viyana Kongresi / Tanzimat, 1.dünya savaşı / Cumhuriyet, 2.dünya savaşı / Demokrasi. 1990’larda da yeni sayfa açılmalıydı, geciktik.

- Stratejimiz uyarınca BM güvenlik konseyinde, G20’de, Medeniyetler İttifakı’nda, NATO ve Avrupa Konseyi gibi kurumlarda paralel çalışmalar yapıyoruz.

- Sloganımız Atatürk’ün bakışından hareketle: “Hatt-ı diplomasi yoktur, sath-ı diplomasi vardır. O satıh bütün dünyadır.”

Bu şekilde ilk defa BM güvenlik konseyi üyelerinin bölge ülkeleri ve büyük demokrasiler ile istişare etmeden karar almaya çalışmasının gayrımeşru olduğunu açıkça ifade etmiş oldu.

Davutoğlu konuşmasının sonunda salondaki tüm yerli ve yabancı dinleyiciler tarafından ayakta alkışlandı. Bu da sanırım MHP ve CHP’nin de bu konularda farklı düşünmediğine ve bu pozisyonun yabancılara garip gelmediğine işaret ediyor.

Friday 14 May 2010

Demokrasinin 60.yılı

Bugün Türkiye'deki ilk demokratik iktidar değişiminin 60.yıldönümü. Herkese kutlu olsun.

Hem yeni bir siyasi hareketi "yeter, söz milletindir" söylemi ile iktidara taşıyan Celal Bayar, Adnan Menderes ve dönemin DP mensuplarının; hem de iktidarı huzur ve barış içinde seçimleri kazanan rakiplerine devreden İsmet İnönü, Şemsettin Günaltay ve dönemin CHP mensuplarının ruhları şad olsun.

Bugünkü siyasi liderlerimizin de Mayıs 1960 günlerini değil Mayıs 1950 günlerini örnek alacak olgunluğu göstermelerini temenni ediyorum.

Thursday 6 May 2010

İsraf

İnatçı AKP yönetimi sayesinde TBMM son yirmi yılın en büyük vakit ve enerji israfını gerçekleştirdi. Demokrasi ve insan hakları konusunda ülkemize hiç bir yeni kazanım getirmeyen bir anayasa değişikliğine geceli gündüzlü bir ay ayrıldı. Yeni Türk Ticaret Kanunu üzerinde çalışılsa daha iyi olmaz mıydı?

Friday 30 April 2010

Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye'nin Yeri

Ermeni meselesinde, Kıbrıs meselesinde ve daha pek çok meselede ABD ve AB zaman zaman Türkiye’yi “Batı dunyasından dışlanmak” ile tehdit edegelmiştir.

1945-1990 arası dönemde bu tehdit oldukça ciddi idi. Süper güç Sovyet Rusya’dan çekinen, tüm komşuları ile kavgalı, fukara Türkiye için Batı ittifakından dışlanma riski göz ardı edilemeyecek bir risk idi.

2010 yılında ise çok farklı bir dünyaya bakıyoruz. Bir yanda ABD ve müttefikleri var. ABD'ye ne çok yakın, ne de çok uzak olarak yeni süper güç Çin var. Öbür yanda muhalif otoriter devletler var: Rusya gibi büyük, İran gibi orta boy, Venezüela gibi küçük devletler. Fakat yükselen yeni bir grup ülke daha var: batılı olmayan, hızla kalkınan, bağımsız, barışçı ve demokratik devletler. Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Güney Kore.

Türkiye batıdan dışlanırsa kimsenin kucağına düşmez, bu saydığımız grup içinde yerini alır. Ekonomi ve finans çevreleri şu anda bile Türkiye’nin bir ayağını burada görmektedir.

Batı ittifakında kalmak için tek taraflı bedel ödeme dönemi bitmiştir. Adil şartlarda, eşit bir ortak olarak yer alacaksak elbette AB içinde ve batı ittifakinda yolumuza devam etmek isteriz. Ama bunun için önümüze bir fatura gelirse yırtıp atmaya tereddüt etmeyiz.

Bu duruş, çok çeşitli siyasi görüşlere sahip Türk vatandaşlarının üzerinde tartışmasız uzlaşma içinde olduğu ender konulardan biridir.

Kut El Amara Zaferi

Bugün Kut el Amara zaferinin 94.yıldönümü. Herkese kutlu olsun. Bu vesileyle I. Dünya savaşında kaybettiğimiz tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

94 yıl önce bugün büyük yokluklar ve çok zor koşullar altında mücadele eden Türk ordusu Kut’ta büyük bir İngiliz kuvvetini 147 günlük kuşatmadan sonra teslim aldı. Emperyalizme Çanakkale’de indirilen ilk darbenin ardından çok önemli ikinci bir sınav verilmiş oldu. Verilen bu sınavlar Türk insanının haklı bir dava uğrunda, azim ve kararlılık ile, ciddi bir yönetim altında mücadele ettiğinde neler başarabileceğini ıspat ederek Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşunun yolunu açmıştır.

Bu arada, bugün Wikipedia’nın 1.sayfasında yer bulmuş olan bu yıldönümünün Türk basınında yer bulmamış olmasını da protesto ediyorum. Basınımız bunun yerine Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Time dergisi tarafından “dünyanın en etkili insanları” listesine seçilmesine yer vermiş.

Başbakanımızın yurt dışında takdir edilmesi elbette sevindirici bir olaydır. Ama büyük bir ülkenin basını gurur kaynağını yabancı basında değil kendi ülkesinin geçmişinde aramalıdır.

Türk, öğün, çalış, güven.

Wednesday 10 February 2010

Kıbrıs

Bugün Kıbrıs davası ile ilgili mutlu bir haber aldık.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne intikal etmiş olan önemli bir dava olan Sofi davasında Kıbrıs Rum devleti yenilgiyi kabul edip şikayetçi Kıbrıslı Türk ile uzlaştı.

Loizidou davasinin simetrigi olan bu davada Kibris Rum devleti şikayetçi Nazire Sofi ile anlaşarak hem kendisinin Güney Kıbrıs'taki mallarını iade etmeyi, hem de 35 yıllık kullanım kaybı için tazminat ödemeyi kabul etti.

Bu sayede Kıbrıslı Rumların AİHM vasıtasıyla elde ettiği kazanımlardan Kıbrıslı Türklerin de aynı şekilde faydalanabileceği belli oldu.

Uzlaşmayla ilgili daha detaylı bilgilere aşağıdaki linkten ulaşılabilir:
http://kktcmedya.com/haber/1059-kibris-tazminat-yolu-acildi.html

Orams mücadelesi İngiliz mahkemelerinde arzu etmedeğimiz şekilde sonuçlandı, ama çok daha önemli Sofi mücadelesinde Kıbrıs Türk halkı kazandı. Vatana millete hayırlı olsun.

Güneyde kalan mallarına karşı kuzeyde eşdeğer mal alanlar bu mallarını Avrupa'lılara satmakta sorun yaşayabilir. Ama buna karşılık güneydeki mallarını geri almalarının yolu açılmış oldu.

Göreve geldiğinden beri herhangi bir başarı gösteremeyen Sayin Talat’tan da inşallah önümüzdeki ay kurtuluyoruz.

Kıbrıs meselesinde iki ayrı devletli çözüme doğru geriye saymaya başlayın....

Sunum

Merhaba,

1 Ocak 2010 günü bu blogu yayınlamaya başlıyorum.

Son 20 yılda Türkiye ekonomik ve toplumsal olarak önemli değişimler yaşadı. Büyük ve rekabetçi bir ekonomi haline geldi. Dünyaya entegre oldu. Türk insanının yaşamı her alanda hızlandı. Elbette büyük sorunlarımız var, ama hızla ilerliyoruz.

Ancak maalesef bu büyük değişime ayak uyduramayan iki önemli alan var: siyaset ve medya.

12 Eylül sonrası depolitizasyon süreci aşılamadı. Türk gençleri siyasette aktif değil. Bunu değiştirmemiz gerekiyor.

Medyada ise ciddi bir tekelleşme söz konusu. Sektörün neredeyse tamamı iktidar partisinin uzantıları ile büyük sermaye gruplarının kontrolünde. Türk insanının çoğunluğu medyadan dışlanmış durumda. Bunu da değiştirmemiz gerekiyor.

Bu değişimi Türk gençleri yapacak. Her Türk gencinin siyasete ve medyaya aktif katılımsağlaması şart.

Yeni teknolojilerin sağladığı olanaklarla Türk gençleri özgür ve milli bir siyasi medya yaratabilir, yaratmalıdır ve yaratacaktır.

Bu blog özgür ve milli bir siyasi iletişim ağı oluşturma hedefine nacizane bir katkıda bulunmak için kurulmuştur. Allah yolumuzu açık etsin.