Thursday 19 September 2013

Türkiye'nin temel bir ihtiyacı olarak çoğulculuk

Kanaatimce Türkiye’nin üç temel sorunu var: tekelcilik, tek adamcılık ve tek doğru yol saplantısı.
 
Tekelcilikle başlayalım.  Türkiye’de pek çok sektörde çok az sayıda kurumun hakimiyeti vardır: siyasette 2-3 parti, medyada 2-3 grup, futbolda 3 takım, 3-4 banka, 3 telekom şirketi, inşaatta TOKİ. Buna Diyanet işleri başkanlığı, YÖK gibi kurumların başka ülkelerde rastlanmayan tekelci pozisyonunu ekleyebiliriz.

Tek adamcılık da toplumsal kurumların büyük çoğunluğunda gözlemlenebilir: neredeyse tüm siyasi partiler, tüm sivil toplum örgütleri, tüm tarikat ve cemaatler, tüm futbol kulüpleri güçlü bir liderin mutlak hakimiyeti altındadır.  Devlette başbakanlığı dengeleyecek ve denetleyecek bir unsur yoktur. Tamamen halka açık ve kontrol eden bir hissedarı olmayan şirket yok gibidir – neredeyse tüm yerli şirketler bir aile ya da devletin mutlak kontrolündedir.   

Tekelcilik ve tek adamcılığa ek olarak her konuda tek bir doğru yol olduğu inancı da yaygındır.  Siyasi, ekonomik ya da sosyal gücü eline geçiren her konuda karar vermeye eğilimlidir.  Farklı fikir, inanç ve yaklaşımların yan yana yaşamasına tolerans düşüktür.  Uzlaşma yerine çatışma ve gerginlik tercih edilir.  Değişik alternatifleri paralel olarak deneyerek doğruyu bulma alışkanlığı yerleşmemiştir.

Son bir asırda insanlığın geçirdiği tecrübeler çoğulculuğun toplumların bekası için her alanda ne kadar önemli olduğunu ıspat etmiştir.  Siyasetten felsefeye, sanayiden ticarete, eğitimden sağlığa her alanda değişik fikirlerin, süreçlerin, yaklaşımların sürekli paralel olarak denenmesi ve sonuçlarının karşılaştırılması pek çok ülkede başarının anahtarı olmuştur.  Çoğulculuk kavramının değişik alanlardaki yansımaları olan rekabetçi serbest piyasa ekonomisi, rekabetçi çok partili siyaset, din özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, yerinden yönetim kavramlarının her biri çoğulculuğun önemini ayrı ayrı ortaya koymuştur. 


Türkiye’nin de bir an önce toplumsal hayatın tüm alanlarında çoğulculuğu benimsemesi geleceğimizin teminat altına alınması için elzemdir.

Saturday 7 September 2013

Olimpiyat kararı ve ümitsiz Türk medyası

2020'yi alamadığımıza ben şahsen çok üzüldüm. İnşallah bir dahaki sefere alacağız - çünkü teknik hazırlığımız artık iyi.

Neden kaybettik? Bence en büyük faktör doping sicilimiz. Biz "sıfır tolerans" diye konuşuyoruz, ama pek çok sporda skandallar yaşadık bu sene. Hem doping, hem de şike. Japonlar ise "sıfır tolerans" değil gerçekten "sıfır doping" diyebildi. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

İkinci faktör hükümetin samimiyetsizliği: tanıtım filmine bakan hükümetin ülkenin dinamik gençliğine destek olduğunu zanneder, ama dünya basınını takip eden nasıl gazlandıklarını ve dayak yediklerini görüyor. İçi dışı bir olmayan, baskıcı ve zorba reflekslerini kontrol altına alamayan, sürekli gerçekleri inkar edip boş propaganda yapan bir hükümetin kredibilite sorunu var doğal olarak.

Son olarak da 2012 olimpiyatlarındaki başarısızlığımız - geleneksel olarak iddialı olduğumuz sporlarda bile pek varlık gösteremedik. Hal bu iken aslında şansımız çok yüksek değildi. Zaten bahis piyasasında Türkiye'ye bir gün önce 7:1 şans verilmesi bundan. İlk turda Madrid'i elememiz ciddi bir başarı sayılmalı.

Üzgünüz ama vazgeçmiyoruz. 2024 ya da 2028 bizim.

2020 Olimpiyatları

2020'yi alamadığımıza ben şahsen çok üzüldüm. İnşallah bir dahaki sefere alacağız - çünkü teknik hazırlığımız artık iyi.

Neden kaybettik? Bence en büyük faktör doping sicilimiz. Biz "sıfır tolerans" diye konuşuyoruz, ama pek çok sporda skandallar yaşadık bu sene. Hem doping, hem de şike. Japonlar ise "sıfır tolerans" değil gerçekten "sıfır doping" diyebildi. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

 İkinci faktör hükümetin samimiyetsizliği: tanıtım filmine bakan hükümetin ülkenin dinamik gençliğine destek olduğunu zanneder, ama dünya basınını takip eden nasıl gazlandıklarını ve dayak yediklerini görüyor. İçi dışı bir olmayan, baskıcı ve zorba reflekslerini kontrol altına alamayan, sürekli gerçekleri inkar edip boş propaganda yapan bir hükümetin kredibilite sorunu var doğal olarak.

 Son olarak da 2012 olimpiyatlarındaki başarısızlığımız - geleneksel olarak iddialı olduğumuz sporlarda bile pek varlık gösteremedik. Hal bu iken aslında şansımız çok yüksek değildi. Zaten bahis piyasasında Türkiye'ye bir gün önce 7:1 şans verilmesi bundan. İlk turda Madrid'i elememiz ciddi bir başarı sayılmalı. 

Üzgünüz ama vazgeçmiyoruz. 2024 ya da 2028 bizim.

Thursday 5 September 2013

Gezi Parkı olayları, mutluluk ve siyasete katılım

Hayatında ilk defa Taksim Gezi Parkı protestosu nedeniyle “sahaya inen” insanlar çok mutlu oldu. Neden? Aslında hiç şaşırtıcı değil, dünyanın her kültürünün önde gelen filozoflarının üç bin yıldır işaret ettiği bir gerçek bu. İnsanın doğasında çevresini değiştirme, olaylara katılma eğilimi vardır. İçinizden gelen bu katılma ve değiştirme eğilimini tatmin edecek bir şeyler yapmazsanız hayat boş gelir. Bunu yakın zamanlarda en güzel ifade eden yazar Hannah Arendt’tir – daha detaylı bilgi edinmek isteyenler onun eserlerini okuyabilir. Eskilerden Aristo, bizimkilerden Farabi, pek çok İngiliz filozofu da bu yönde yazıp çizmiştir, ama bakışları genelde bireysel değil makrodur. Bu fenomeni birey açısından en açık ve net olarak yorumlayan Arendt olduğu için ondan faydalancağım. Özetle, Arendt’in “dünyayı kaybetmek” diye tanımladığı bir olay var. Modern çağda insanlar çok büyük kurumlar ve çok büyük aletler yarattılar. Birey “küçüldü”, çevresini etkileyemez hale geldi, içe döndü. Eskiden var olan doğal hal siyasettir – yani ortak karar verme mekanizmalarına dahil olmak. Bugün içine sıkıştığımız alan ise sosyallik – yani diğer insanlarla toplum ve dünya üzerinde etkili olmayan bir şekilde “takılmak”. Sosyallik asla siyasetin yerini dolduramaz. Bu nedenle hem bireysel olarak mutluluğu tekrar yakalayabilmek, hem de daha güzel bir dünya yaratabilmek için Arendt’in deyimiyle “kaybettiğimiz” dünyayı tekrar bulmamız lazım. Bunun yolu siyasettir, yani ortak karar alma mekanizmalarına dahil olmak. Taksim Gezi Parkı olayının temelinde yatan budur. Teşhis edilen sorunun çözümü de bellidir. O halde artık protestodan siyasi aksiyona geçme zamanıdır.

www.secimharitasi.com

2014 yerel seçimlerine yönelik aday önerme, tartışma ve değerlendirme sitemiz www.secimharitasi.com hizmetinizde. Yurdun dört bir yanından yeni, ciddi ve yetkin adayları bilginize sunuyoruz. Siz de katılın ve uzaktan izlemektense siyasete yön vermeye başlayın.

Milli irade

Bir "milli iradeye saygı" lafıdır gidiyor. Üşenmeyin, google edin bakalım - yerleşmiş demokrasisi olan ülkelerde 1930'lardan beri bu lafı eden siyasetçi var mı? Yok. Neden yok? Çoğunluk iradesine "milli irade" adını koyanların gittiği yolun nereye vardığını biliyorlar da ondan. Demokrasi "milli iradeyi hakim kılma" rejimi değil vatandaşın içindeki farklı iradeleri huzur ve barış içinde yaşatabilme sanatıdır. Kıssadan hisse: bulunduğunuz ortamda siyasetçiler "milli irade" geyiği yapıyorsa oradan hızla kaçın. Birilerinin insan hakları ihlal edilmek üzeredir, muhtemelen de sizinki.