Wednesday 8 January 2014

Sorunların kaynağı TBMM’nin seçilerek değil atanarak gelmesidir

Eğri oturup doğru konuşalım. Türkiye’de devlet yönetim mekanizması tamamen iflas etmiş durumda.

Demokrasilerde böyle durumlarda ne olur? Meclis devreye girer, iflas etmiş eski düzenin yerine yeni bir düzen kurulur. Sorun demokratik meşruiyet içinde çözülür.

Türkiye’de böyle bir şey olmuyor. Neden? İnsanlar olan bitenin çok güzel, çok faydalı olduğunu mu düşünüyor? Hayır. İnsanlar olayların ciddiyetini anlayamayacak kadar akılsız mı? Hayır, elbette değil.

Sorunun kaynağı Türkiye’de seçilmiş bir Meclis olmamasıdır. Artık bu konuda dürüst olmak, özeleştiri yapmak ve sözde demokrasiden gerçek demokrasiye geçmek zorundayız.

12 Eylül askeri müdahalesi siyasetin tabanı ve üst yapıları arasındaki bağları koparttı. Otoriter zihniyet anayasa, siyasi partiler kanunu ve seçim kanununun pek çok noktasına sirayet etti. Sonuçta üç beş siyasi parti liderinin keyfi olarak belirlediği listeler arasında göstermelik genel seçimler yapıyoruz. Bu tiyatronun adı demokrasi olabilir, ama özü demokrasi değil.

Samimi olalım – maalesef TBMM seçilmiş değil atanmıştır. Meclis'te elbette demokrasiyi benimsemiş, görev bilincine sahip, gerçekten seçmenini temsil eden değerli insanlar da var. Ancak seçim tarzı anti-demokratik olan bir yapı içinde bireysel çabalarla mesafe almak zor.

Üstüne üstlük, mevcut partileri hazineden yılda yüz milyonlarca lira açık destek ve belediyeler kaynaklı imar rantı paylaşımından da tam olarak ölçemediğimiz, ama milyarlarca lira mertebesinde olduğundan şüphelendiğimiz bir gizli destekle ödüllendiriyoruz. Yeni parti ve insanların siyasete girmesinin önünü kesiyoruz.

Gezi Parkı olaylarıyla başlayan ve 17 Aralık depremi ile hız kazanan çöküntünün temel sebebi kapalı siyasetin çözüm üretme yeteneğini tamamen kaybetmiş olmasıdır. Ekonomik çalkantıların, yolsuzlukların, Uludere faciası ve hapisteki gazeteciler gibi insan hakları ihlallerinin kaynağı budur.

Herhangi normal bir demokratik ülkede bu kadar başarısız olmuş bir hükümet çoktan istifa eder, üyeleri siyaseti bırakır, yolsuzluklara karışmış üyeleri de yargıya sevk edilir. Hükümet gerekeni yapmayı redderse Meclis yapar. Bizde böyle olmuyor, olamıyor.

Korkuya yer yok: bu sorun demokratik meşruiyet içinde çözülür. Ancak sorunu doğru teşhis edip gerekeni ivedilikle yapmak zorundayız.

Türkiye’de bu Meclis’in gerekeni yapamadığı belli oldu. Demek ki bir sonraki seçimde ülke menfaatleri için gerekeni yapan bir Meclis seçeceğiz. Ehil eller ve yeni siyasetçiler devreye girecek.

Bu mücadele elbette kolay olmayacak. Ama biraz tarih okuyan herkes, gerçek demokrasinin bir maliyeti olduğunu bilir. Bu maliyet, herkesin elini taşın altına koymasıdır.

Artık “başkaları sorunları çözsün, ben rahat edeyim” deme imkanı bitti. Özgür, güçlü ve müreffeh bir ülkede yaşamak istiyorsak herkes siyasette üzerine düşeni yapacak. Kimileri aday olacak. Kimileri kampanya yapacak. Kimileri para harcayacak. Kimileri eğitim verecek. Kimileri teknolojik yenilikler getirecek. Kimileri saha çalışması yapacak. Türk milleti elbirliğiyle başta Meclis olmak üzere demokratik kurumlarına sahip çıkacak.

Yerel seçimler önemli, ama sorunun esas çözüm noktasının genel seçimler olduğunu unutmayalım. Birkaç kişi tarafından atanmış 550 milletvekilinden oluşan bir Meclis’ten kimse bir şey beklemesin. 550 seçilmiş milletvekilinden oluşan bir Meclis geldiği zaman sorunlar da hızla çözülür.

1920 Meclisi’nin başarısının nedeni gerçekten seçilmiş olmasıydı. Bunu tekrar başarmamamız için hiç bir neden yok.


1 comment:

  1. Bugün bölgesel (veya adını nasıl koyarsak) başarılı olan birinin, kendisini bölgesinden büyük partiler vasıtasıyla seçtirmesi bugünkü partilerin yapısında çok düşük bir ihtimal. Bugün partilerin çoğunun aradığı kriter ne yazık ki başarılı kişilerle iş yapmak değil. Asıl aranan kriter kendisine itaat edebilecek vasıfsız kişiler. Özellikle kamuya baktığımızda çoğunluk yerde üst kademeler genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanı ünvanlarında vasıfsız kişilerle dolduruluyor. Çoğunluk yer ne yazık ki bu şekilde.

    Kamu böyle dedim ama ne yazık ki birçok özel sektör kuruluşunda da buna çok rastlıyoruz. Okumuş üniversite mezunu olan ama yine buna rağmen vasıfsızlık had safhada. Sebep ise eğitim sisteminden kaynaklanıyor. Eğitim sistemi copy-paste şeklinde iş yapmayı öğretiyor, yaratıcılık sıfır. Gerçekten yaratıcı olan azınlık da yok denecek kadar az.

    Tabii çözüm olarak başarılı kişinin seçilmesi bağımsız aday olmaya bakıyor. Ama ne yazık ki seçmenz anlayarak okuyarak değil de spor takımı tutar gibi oy verdiği için başarılı kişinin seçilmesi çok zor. Başarılı kişinin ne dediğini dinlemiyor. Bir dinlese bir okusa anlayacak. Diyelim ki biri inat etti ve gerçekten kendini tanıttı ve kendini hakkıyl seçtirdi, çoğunluk bunu bu şekilde sağlayamayacağı için yine ideal olan seçilmiş bir meclise ulaşamayacağız.

    Peki o zaman çözüm nedir? Sanırım köke yani eğitim sistemine inmek gerekiyor. Eğitimi copy-paste ten çıkarıp yaratıcılığı teşvik ettiğimizde, ve çoğunlukta bu yeti olduğu zaman ideale ulaşma yönünde önemli bir adım atabileceğiz.

    ReplyDelete