Monday 24 August 2015

Dindarlık üzerine

Dindarlık canı istemese de doğru olanı yapmaktır. Bu boyutuyla hemen hemen her toplumun temel direğidir. Hatta medeniyetin temel direğidir.

Bu anlamıyla dindarlık kavramı felsefi, idealist dinler altında oluşmuştur. Şaşırtıcı derecede geniş bir ortak paydası vardır – örneğin, dünyanın düzeni hakkında çok farklı görüşleri olan Hıristiyanlık, İslam ve Budizmin dindar insan tanımı birbirine çok yakındır.

Felsefi ve idealist dinlerden önce de adı din olan yapılar vardı. Bunlar hala ortadan kalkmış değil. Bunlara kısaca ilkel dinler diyebiliriz, ama nezaketi elden bırakmayalım, pragmatik dinler diyelim.

İdealist dindarlığın yaklaşımı vericidir. Yunus Emre’nin “isteyene ver onları, bana seni gerek seni” mısrasında çok güzel ifade ettiği gibi, doğruyu bulmuş olan insan ne Allah’tan ne de başka bir insandan bir şey istemez. Zaten en değerli şeyi keşfetmiş ve kendini ona vermiştir. 

Pragmatik dindarlığın yaklaşımı ise alıcıdır – bir şey isterken dua edilir, yani dua edenle edilen arasında menfaat ilişkisi vardır. Bu kısa vadeli menfaat temelli zihniyet tüm toplumsal meselere sirayet eder – doğruyu yapmak yerine istediğini alabilmek için şekilciliği öne çıkarmak ve yakın çevrede makbul olanı yapmak.

Medeniyet son birkaç bin yılın işi iken insan beyni yüz bin yıl öncesiyle aşağı yukarı aynıdır. İdealist din medeniyetle birlikte doğmuşken pragmatik dini var eden insan doğasıdır – onun için de idealist din pragmatik dini asla yok edememiştir.

Bu kadar hazırlığı neden yaptık? Türkiye’yi ve İslam dünyasını anlamak için. Tarif ettiğimiz pragmatik din ve idealist din anlayışları arasındaki fark hem Türkiye’de, hem de bölgede yaşamakta olduğumuz siyasi ortamda çok önemli bir belirleyici.

İslamcı siyasi hareket idealist dini temsil ettiği iddiasında. Bu bağlamda rakiplerine bir üstünlük iddiası var. Ancak temelde bu iddia gerçeklikten yoksun. Aksine, İslamcı siyasi hareketin üyelerinin net bir şekilde pragmatik bir din anlayışına sahip olduğunu görüyoruz. Söylem içki içmemek, tesettür, namaz ile “Allah’ın rızasını kazanıp” karşılığında birşeyler istemek üzerine kurulu. Ahlaki bir temel yok. Kendine yakın olanların hatasını örtmek genel kabul gören bir norm.

Bundan bin yıl önce dünyayı fetheden İslam medeniyeti bu anlayışa mı sahipti? Elbette hayır.

Kadim İslam, klasik İslam evrenseldir. Ahlakçıdır. Kendine güveni tamdır. Bilimle barışıktır çünkü inanç konusunda duruşu nettir: Gazali’nin ifadesiyle, gözlemle cevaplanabilecek sorular gözlemle cevaplanır, gözlemle cevaplanamayıp mantık ve analizle cevaplanabilecek sorular böyle cevaplanır, geri kalanlar ise inancın konusudur. Farklı fikirde ve inançta olanlara karşı hoşgörülüdür, çünkü hem tartışarak, hem de maddi ve manevi olarak hedeflediklerini başararak rakipleriyle rekabet edebileceğinden emindir.

Bu perspektiften klasik İslam dün olduğu gibi bugün de dimdik ayaktadır. Ancak yüzeysel İslamcılıkla, idealizmden yoksun pratik dindarlıkla bir yere varmaya çalışmak abesle iştigaldir.

Bugün İslam dünyasının siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan tam bir iflas halinde olmasının nedeni dindarlığın yüzeysellikten kurtulamamasıdır. Bugün kendilerini İslamcı olarak nitelendiren siyasi hareketlerin hiçbirinin klasik İslamla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Son birkaç yüzyılda batıya karşı yaşanan yenilgilere karşı gelişen duygusal bir reaksiyondan ibarettir. Zaman özeleştiri zamanıdır.

Bu noktada dini perspektif ile laik perspektif tam anlamıyla kesişir: doğru yoldan ayrılanı Allah çarpar. Nitekim çarptığını İslam dünyasının dört bir yanında görüyoruz.


Krizden çıkış ancak dinde yüzeysellikten kurtulup ideale, ahlaka dönmekle mümkün. 

No comments:

Post a Comment