Thursday 26 December 2013

Endişeyle izleğimiz mücadele hakkında farklı bir teori

Türkiye’de siyaset son bir aydır çok hareketli. Yakın tarihimizde görülmedik büyüklükte bir yolsuzluk skandalı var gündemde. Hem skandalın kendisi, hem de olayların ortaya çıkarılış biçimi yoğun olarak tartışılıyor.

Kavganın bir tarafı Başbakan Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi. Öbür tarafta Fethullah Gülen cemaati var, ama tamamen mi kısmen mi, yalnız mı yoksa daha büyük bir koalisyonun parçası mı, bunlar belli değil.

Yıllar boyu omur omuza mücadele eden iki siyasi aktörün neden hızla bu kadar şiddetli bir kavgaya tutuştuğunu anlamak zor. Bu konuda farklı bir perspektif sunmaya çalışacağım.

Ne AKP’den, ne Cemaat’ten, ne yargıdan ne de emniyetten herhangi bir özel bilgi kaynağına sahip değilim. Ama her zamanki gibi kamuya açık bilgileri ekonomi, sosyoloji ve siyaset biliminin sağladığı araçlar ile analiz ediyorum.

Dünya’da liberal demokratik devletler, piyasa ekonomisi ve ABD merkezli bir güvenlik sistemini içeren bir “kurulu düzen” var. 300 yıl önce şekillenmeye başlayan, yavaş yavaş evrimleşen, bugünkü haline 1945 sonrasında ulaşmış bir yapı.

Bu düzen birileri tarafından emir komuta zinciri içinde yönetilen bir yapı değil. Bir organizma ya da ekosistem olarak tanımlanabilir. Kısaca “küresel ekosistem” ifadesini kullanacağım.

Türkiye bu yapının merkez ülkelerinden biri değil. Ama ezilen bir ülke de değil. Ortalarda bir yerlerde. Daha önemlisi son 10 yılda merkeze doğru bir “terfi” aldı.

2002’den beri iktidarda olan Başbakan Erdoğan başlangıçta AKP’nin stratejisini küresel ekosisteme gönüllü katılım ve uyum üzerine kurdu. Gülen cemaati de AKP’yi bu yolda destekledi.

AKP iktidardaki ilk 7-8 yılında başarılı oldu. Ekonomi iyi gitti, bazı dış politika başarıları elde edildi, demokratikleşmede mütevazı da olsa adımlar atıldı. Türkiye çeşitli ortamlarda örnek gösterilen bir ülke oldu.

Başbakan Erdoğan iktidarını sınırlayan askeri ve bürokratik engelleri sırtını küresel ekosisteme dayayarak aştı. Gülen cemaati de bu dönemde Türkiye çıkışlı, ama ABD merkezli bir küresel camia halini aldı.

Başbakan Erdoğan kazandığı meşruiyet ve güç ile iktidarını pekiştirdikten sonra yeni bir sayfa açtı: bir dünya lideri olma projesi. İmaj da aşağı yukarı şu şekilde tasarlandı: “Tayyip Erdoğan - iyi yönetici, dik duran adam, mazlumların dostu”.

Ancak dünya liderliği projesinde bir tasarım hatası yapıldı. Dünya liderliğinin hedef kitlesi olarak ekonomik ya da siyasi çıkarları Türkiye ile örtüşen ülke ve gruplar yerine Başbakan’ın şahsen kendini en yakın hissettiği Ortadoğu Sünni Müslümanları seçildi. Suriye’de rejim değişikliği gibi imkanları zorlayan hedefler kondu. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de Türkiye içinde birleştirici değil gerginleştirici ve bölücü stratejiler izlendi.

Başbakan Erdoğan’ın şahsi dünya liderliği projesi için devletin tüm imkanları seferber edilince Türkiye’nin hem çıkarları, hem de marka imajı riske atıldı. Türkiye’nin yakın ticaret ve güvenlik ilişkilerine sahip olduğu Batı dünyası ile gereksiz sürtüşmeler yaratıldı. Son olarak da Ortadoğu’da Mısır, Suriye ve Filistin’deki Müslüman Kardeşler temelli hareketler dışındaki tüm ülke ve gruplarla köprüler atıldı.

İşte bu noktada Gülen cemaati ile yollar ayrıldı. Cemaat dünyanın her ülkesinde faal olmaya çalışıyor, ama başarılı olduğu coğrafyalar belli: Afrika gibi çok fakir bölgeler, Orta Asya ve Balkanlar gibi Türkiye ile kültürel yakınlığı olan bölgeler ve din alanında serbest rekabet yaşanan Anglo-Sakson ülkeler. Cemaat Ortadoğu’da etkin değil.

Başarılı olduğu coğrafyalarda Cemaat hem Türkiye’nin marka değerine, hem de Amerikan devlet ve sivil toplum kurumlarının desteğine ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin müreffeh ve barışçı bir ülke olarak marka değerinin artması Cemaat’in kendi markası için çok önemli. Amerikan devlet ve sivil toplumundan gerektiğinde destek alabilmek de aynı derecede önemli.

Tayyip Erdoğan’ın şahsi dünya liderliği projesi gitgide artan bir şekilde Cemaat’in geleceğini tehdit etmeye başladı. Zira hem Türkiye’nin marka imajı yara alıyor, hem de AKP ve Başbakan Erdoğan’a karşı küresel ekosistemin bağışıklık sistemi çalışmaya başladı.

Her organizma ya da ekosistemin doğal olarak bir bağışıklık sistemi vardır. Küresel ekonomi ve siyaset ekosisteminin bağışıklık sistemi görünür kurumlar veya emir komuta zinciri içinde görev yapan kişilerden değil binlerce, milyonlarca oyuncunun reflekslerinden oluşuyor. Bu bağışıklık sistemi yavaş harekete geçer, ama bir kez harekete geçti mi çok güçlüdür. Gezi Parkı olayı bağışıklık sisteminin çalışmaya başladığının ilk işaretiydi.

AKP çevrelerinden duyduğumuz söylemin aksine, ne Başbakan Erdoğan ne de Türkiye küresel ekosistemi sarsma potansiyeline sahip değil. AKP’nin Suriye politikasının ABD tarafından bu kadar kolaylıkla çevrelenip oyun dışına itilmesi durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Diklenmeden dik durmak değil dik duramadan diklenmek söz konusu. Ancak sistemi sarsma potansiyeli olmasa da, gerçeklerden uzak söylemi ve öngörülemez hareketleri ile Başbakan Erdoğan ekosistemden fayda sağlayan pek çok oyuncu için bir başağrısı haline geldi.

Burada bir noktanın altını çizmek gerek: küresel ekosistem Türkiye için bir “dış güç” değil “iç güç”. Türkiye’nin tamamına yakını küresel ekosisteme entegre, onun bir parçası. Entegrasyon ticaretten güvenliğe, teknolojiden kültüre kadar pek çok alanı kapsıyor.

Türkiye’nin orta vadede bir merkez ülke haline gelmesi mümkün, ama bu Ortadoğu Sünni Müslümanlarına lider olarak değil teknoloji ve ekonomi alanında atılım yaparak gerçekleştirilebilir.

Bağışıklık sistemine karşı durulabilir mi? Elbette. Fakat ciddi kaynak ve yetkinlik gerektirir. Petrol geliri ve çelik gibi derin devleti ile Putin Rusya’da bunu yapabiliyor. Bu duruştan bir fayda elde ediyor mu, orası çok tartışmalı. Ama ekonomisi küresel düzen içinde ticaret yapmaya göre şekillenmiş, Batı ittifakı içinde yer alan, kendi içinde ciddi saflaşmalardan muzdarip olan bir ülkenin Başbakanı olarak Erdoğan’ın şu anda böyle bir şansı yok.

Cemaat hem yurt içinde, hem de yurt dışında bağışıklık sisteminin devreye girdiğini ve Başbakan Erdoğan’ı eninde sonunda tasfiye edeceğini fark etti. Yolsuzluk dosyaları AKP hükümetinin yumuşak karnı. Bu yumuşak karın ile küresel ekosisteme diklenmek sürdürülebilir bir durum değil.

Başbakan Erdoğan ve AKP yolsuzluklar nedeniyle tasfiye olursa kendilerini “İslamcı” olarak tanımlayan hareketler hem Türkiye’de, hem de dünyada büyük bir yara alacak. Türkiye’de siyaset yeniden şekillendiğinde “İslamcı” hareketlere AKP kadar destek verecek bir parti bulmak, kurmak kolay olmayabilir. Cemaat veya “İslamcı” siyasi hareketin başka unsurları - son günlerde harekete geçen oyuncular her kimse, bu nedenle Başbakan Erdoğan’ı hızlı bir şekilde tasfiye edip onsuz bir AKP ile yola devam etmeyi düşünmüş olabilirler. Ancak Başbakan Erdoğan’ın sert savunması mücadelenin her iki taraf büyük yaralar almadan sonlanmayacağına işaret ediyor.

Türkiye’nin bu badireyi en az zararla atlatmasını temenni ediyoruz. Bunun için toplumun tamamının siyasete ağırlığını koyması ve kurumlara sahip çıkması şart.

2 comments:

  1. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  2. Bazı açılardan bu tahlillere katılmamak mümkün değil. Ancak hem hükümetin hem de cemaat organizasyonunun devlet kurumlarında bu denli organize ve yetki sorumluluk sahibi olduğu bir ortamda ülkenin son 10 yılda süratle bozulan kurumsal dayanaklarının yara almamasını ve - veya insanların bu haliyle kurumlara sahip çıkmasını beklemek biraz iyimserlik içeriyor.

    Başta ekonominin içinde olduğu durum, yurt içindeki özellikle pkk ile olan çatışmasızlık içeren bölünme süreci ve dış politikada içinde bulunduğumuz çıkmazlarla birlikte yakın gelecekte sıcak çatışmalarda dahil olmak üzere kötü senaryoların yaşanması olasılığı hiçte azımsanmayacak tehlikeler olarak analizin dışında bırakılmış. Dileriz ülkemizin "MİLLİ MENFAATLERİ" müstevlilerin şahsi çıkarlarından daha önemli ve değerli olarak devletimizin karar noktalarında öncelik bulur .

    ReplyDelete