Friday 7 November 2014

Akparti’nin hayalindeki Türkiye “yeni” değil “eski ve bayat”, ayrıca Osmanlı ile de yakından uzaktan alakası yok...

Akparti çevreleri Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasından bu yana “yeni” bir Türkiye kurulmakta olduğunu iddia ediyor. Bir de sürekli dile getirilen bir Osmanlıcılık, Osmanlı’ya dönüş söylemi var. Gerçekten de Türkiye 10, 20 ya da 50 yıl öncesinin Türkiye’si değil artık. Bir değişim var, ama ne yönde?

Bu soruya cevap verebilmek için Akparti hükümetinin önemli konulardaki icraatına göz atalım.

Önce ekonomiden başlayalım. Akparti’nin ekonomik modeli “imtiyaz ve iltizam ekonomisi” olarak adlandırılabilir. Özetle, devlet bazı tekeller yaratır. Bu tekellerin mülkiyeti ya da işletmesi ihaleyle devredilir. İhale koşulları muğlak tutularak ciddi özel sektör kuruluşlarının cazip teklif vermesi zorlaştırılır. İhaleyi “önceden belirlenen” oyuncular fizibilitesi olmayan fiyatlar vererek alır. Daha sonra şartlar revize edilir ama ihale yenilenmez. Bu sayede çok sayıda vatandaştan toplanan küçük miktarda “siyasi rant” az sayıda elde toplanır. Bu model yeni değildir - 1600 ve 1700’lü yıllarda Batı Avrupa’nın hemen her ülkesinde uygulanmıştır. Ancak imtiyaz ve iltizam ekonomisi rekabet avantajını yüzlerce yıl önce kaybetmiş ve gelişmiş ülkelerde “tedavülden kalkmış” bir sistemdir. Bırakın güncel ekonomik modelleri, kapitalizmin en ilkel halinin bile öncesiden kalma bir fosildir! Akparti’nin “imtiyaz ve iltizam ekonomisi” çağın en az 300 yıl gerisinde bir sistemdir.

Anayasal düzen konusunda Akparti iddialı bir icraat içindedir. Hukuk devleti askıya alınmıştır. Kanunların herkese eşit uygulanması yerine iktidara sahip olanlar ve onların işaret edeceği kişiler için ayrıcalıklı olarak uygulanması genel ilke haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayışı (en azından söylem olarak) Avrupa 1700’lerde, Türkiye ise Tanzimat döneminde geride bırakmıştı. Hukuk devletinin neden faydalı bir şey olduğu yüzlerce ülkenin tarihi tecrübeleriyle sabittir. Yönetenlerin keyfi iradesinin hukukun üzerinde tutulması uygulaması çağın en az 200 yıl gerisinde bir sistemdir.

Dış politika konusunda ise çok daha tehlikeli bir gelişmeler göze çarpmaktadır. Cumhuriyet’in ilk 85 yılında devletin dış politikası devletin uzun vadeli çıkarlarını koruma hedefiyle oluşturulurdu. Cumhuriyet’ten önce Osmanlı, hatta Selçuklu dönemlerinde de aynı ilke hakimdi. Bu dönemlerde devletin çıkarlarının önceleri “tebanın” daha sonra da vatandaşların çıkarlarıyla örtüşüp örtüşmediği elbette sorgulanabilir. Ama yönetenler / yönetilenler çelişkisinden bağımsız olarak, devletin çıkarları hiç bir zaman bir ideoloji ya da sınırlar ötesi muğlak bir dayanışma iddiasına feda edilmemişti. Bugün ise  sözde “Sünni Müslüman dayanışması” adı altında dış politika devlet ve milletin uzun vadeli çıkarları yerine hayalci bir ideoloji ve varlığı yönünde hiç bir delil olmayan bir sınır ötesi kader birliği kapsamında kurgulanmaktadır. Anadolu Türk tarihinde daha önce görülmemiş olan böyle bir yanlışın bir örneğini bulabilmek için ta Avrupa’nın Haçlı Seferleri sırasındaki durumuna geri gitmek gerekir.

Akparti’nin devlet yönetimindeki insan kaynakları politikası şahsi yakınlık ve ilişkileri liyakatın üzerinde tutmaktır. Bu politikaya olsa olsa feodalizm denebilir. Halbuki Türkiye Osmanlı devletinin ilk günlerinden, Kapıkulu ocakları ve Tımar sisteminin kurulmasından bu yana bir “meritokrasi”, yani liyakate dayalı rejim olagelmiştir. Osmanlı devletinin tarihteki en büyük rekabet avantajı bu olmuştur. Akparti’nin insan kaynakları politikası ülkeyi en az 600 yıl geri götürmektedir.

Eğitim politikasında Akparti’nin temel stratejisi en büyük kaynağı imam hatip liselerine ayırmaktır. Laiklik / dindarlık tartışmalarını bir kenara bırakalım - imam hatip liseleri Türk eğitim sisteminin en başarısız kanadıdır. Mezunlarının ne 20. ne de 21.yüzyıl rekabet ortamında başarılı olmadığı net bir şekilde ortadadır. Hal bu iken daha başarılı kulvarlarda harcanabilecek kaynakları en başarısız kulvara yönlendirmek ne Cumhuriyet dönemi, ne de Osmanlı döneminde düşülmemiş bir hatadır.

Görülüyor ki Akparti’nin pek çok politikası farklı, ama yeni değil çok eski, vadesini doldurmuş. Bırakın eski hataları tekrarlamayı, eskilerin bile yapmadığı hataları yapma gayreti var.

Osmanlı’ya dönüş iddialarına gelince – Osmanlı devleti Akparti’nin yaptıklarını yaparak değil Akparti’nin yaptığı hataları yapan rakiplerini “çiğ çiğ yiyerek”, “tarümar ederek” yükselmişti. Bugün biz aynı hataları yaparsak başınımıza ne geleceği aşikar.

Bu yanlş yoldan dönülmediği müddetçe risk büyük. Akparti iktidarı devam ettiği sürece ekonomiden dış politikaya, hukuk sisteminden asayişe her alanda çok büyük sorunlara hazırlıklı olmak lazım.

3 comments:

  1. Son derecede doğru ve yerinde saptamalar.

    ReplyDelete
  2. Tesbitlerin dogru olmasi yeterli olmuyor,hirsizlik yaptiysa calinan benim param diyen bir kafa nasil degistirilebilr.

    ReplyDelete
  3. İnsan kaynakları politikası konusunda, özellikle bireylerin seçiminde farklı oyun kurallarını oluşturma ve elitlere yeni yetenekli bireylerin katılımı konusunda söyleyecek çok sözüm vardır. En azından şunu vurgulayabilirim: Günümüzdeki Türkiye Güney Doğu bölgesinde şimdiki iktidar en az 5 milyon ayrılıkçı Kürt kökenli bireyi başarılı "oyun kuralları" sayesinde Türkiye Cumhuriyeti oluşumuna geri entegre edebilir. Bu sürecin gecikmesi ise arkasında ülke için çeşitli ağır sorunları getirebilir.

    ReplyDelete