Tuesday 11 November 2014

Siyasette 50 yılda bir arpa boyu yol gidemedik mi?

Türkiye siyasette neden kalıcı bir istikrar yakalayamıyor? Toplumun büyük çoğunluğunun huzur ve güven içinde yaşayacağı bir ortam yaratamıyor? Devletimiz neden eğitim, sağlık, bayındırlık hamleleri yapmak yerine Stalin dönemi yapıtlarını andıran bir "Aksaray" inşa ediyor?

Değerli siyasetçilerimizden, Demokrat Partili eski bakan ve Hürriyet Partisi kurucusu Feyzi Lütfü Karaosmanoğlu 31 Mart 1962’de Dünya gazetesinde yayınlanan “İdare edenler ve edilenler” adlı makalesinde bu sorunun kaynağını açık ve net bir şekilde özetlemiş. 

Ben bu makaleyi doktora çalışmalarım sırasında Prof. Kemal Karpat’ın eserlerinde gördüm, aynen naklediyorum, detaylı referansı da yazımın sonunda paylaşıyorum:

İdare Edenler ve Edilenler

Türkiye’de bildiğimiz manada, iktisadi ve içtimai sebeplerle meydana gelmiş sınıf, henüz belli halde yoktur. Varsa bile, şükürler olsun ki kavgasını pek görmüyoruz. Fakat bunun ötesinde bundan tamamıyla ayrı olarak memleketimizde iki sınıf vardır ve bunlar arasında da yıllardır gizli ve bazen de aşikar bir kavga, had safhada olmasa da için için devam etmektedir. Bu sınıfların birisi idare edenler takımı, öbürü de bunlar tarafından idare edilen, aydın olsun olmasın kendi işi ile meşgul olan büyük halk kütlesidir.

Bunlar arasındaki mücadele, idare edilenlerin öbürlerine karşı dayatması şeklinde dahi değildir. Aksine kendilerini, bu halkı gökten nazil olan bir emirle idare etmekle vazifelendirilmiş sananların ayni biçimde taarruzları, ceberrutlukları ve hışımları halindedir. İdare edenler köyden çıkabilir, şehirden yetişebilir, fakat nasıl ve nereden çıkarsa çıksın, nasıl ve nereden yetişirse yetişsin ayni biçimde, ayni tutumda, ayni ziniyette ve huydadır. Bunlar, bir kere devlet denen otoritenin çarkına dolandılar mı artık sıraları ve yerleri ne olursa olsun en küçüğünden en büyüğüne kadar hemen bir gülmez surat takınırlar, bir homurtulu ses edinirler ve koca kütleyi istedikleri gibi sevk ve idareye yeltenirler. Kütle bizar olmuş, kütlenin içinde gönül koyanlar, üzülenler bulunmuş umurlarında değildir. Ne yapmak lazımsa yapacaklar, ne söylemek lazımsa söyleyecekler ve idare etmenin onlarca başdöndürücü olan zevki ve şevki içinde ara sıra da adeta bir tasa yapar gibi bıktıklarını, usandıklarını lakin memleket hizmetinin kendilerini bırakmadığını acayip bir çalımla yüzünüze karşı haykırarak veya kısık bir sesle ifade ederek böylece devam edip giderler.

Vakıa bunlar halk içinden çıkarlar ve bununla da ömürleri boyunca övünürler. İdare etmek için okuduklarını, bunun için yetiştiklerini söylerler. Bunlar ya politikacıdır, seçim denen vasıta ile işbaşına gelirler, yahut memurdurlar, küçükten başlarlar, sıra takip ederek ilerlerler. Bir kere seçildiler, herhangi bir kurula girdiler mi, bir kere tayin edildiler, bir masaya oturdular mı, yani idare edilenler zümresinden ayrıldılar mı, o çehre, o ses, o tutum, o karar ve kumanda tavrı derhal bunları bulur, idare ediyoruz dedikleri kütlenin yanı başında kalmayıp karşısına geçerler ve bir ıslahatçı, bir terbiyeci, elinde dizgin tutan bir adam haliyle kırbacı şaklatmaya, dizgini kasmaya ve tartmaya başlarlar.....

Bu bir hastalıktır, en küçüğünden en büyüğüne kadar milleti idare etmek için yaratıldıklarını sanan, aydın geçinenlerin hastalığıdır ve sürüp gidiyor.

Bugün yazılmış gibi güncel değil mi? Bazı şeyler kolay değişmiyor. Ama daha güçlü, daha özgür, daha müreffeh bir Türkiye için bizden öncekilerin başaramadıklarını bizim başarmamız gerekiyor.

Prof. Karpat’ın Karaosmanoğlu’nun yazısını aynen paylaştığı “Yapısal değişim, modernleşme sürecinin tarihsel aşamaları ve Türk siyasetinde sosyal grupların rolü” adlı makalesi İngilizce olarak 1973 yılında (Kemal Karpat, Social Change and Politics in Turkey, Brill 1973, s.11-92) Türkçe olarak da 2009 yılında (Kemal Karpat, Osmanlı’da Elitler ve Din, Timaş 2009, s.23-120) iki derleme kitabında yayınlanmış. Bu eserleri Türkiye’de siyaset ve toplumsal olaylarla ilgilenen herkese tavsiye ederim.

1 comment:

  1. Evet sorun Osmanli'dan beri budur: Devlet tanimi. Devletde ister siyasetci, ister burokrat, isterse teknokrat olsun koltuk kapan herkes makami ve konusuyla ilgili kendini mutlak yetkili ve yetkin gorur. Ustlerinden bir talimat gelmedikce agizlarindan cikan hasa Allah kelamidir. Devletin vatandas icin var oldugunu akillarina bile getirmezler. Yeni bir devlet anlayisi getirilmeli ve ilkokuldan itibaren Yurtdaslik bilgisi dersi mufredatina girmelidir.

    ReplyDelete