Thursday 5 November 2015

AKP 1 Kasım seçimlerini nasıl kazandı?


1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP büyük bir başarı elde etti. 5 ay gibi kısa bir sürede oylarını 4,5 milyon adet, yüzde 8’den fazla artırdı.

Bu seçim başarısı çok dikkat çekici, zira Türkiye iki seçim arasında ekonomi, güvenlik ve dış politika alanlarında çok ciddi sorunlar yaşadı. AKP hükümetinin çok başarılı, geleceğe yönelik ümit veren bir yönetim olmadığı aşilar. Böyle bir ortamda iktidar partisinin oy kaybetmesi beklenirdi, ancak tam tersi oldu.

Kampanya ortamı adil değildi. Muhalif basın üzerinde baskı vardı. Devlet imkanları azami oranda AKP lehine kullanıldı. Bunlar önemli faktörler, fakat hem 7 Haziran'da hem de 1 Kasım'da mevcut olduklarından aradaki farkı açıklayamazlar. Üstelik AKP 7 Haziran'a bir yenilmezlık imajı altında ve 400 milletvekili isteyerek girmişken 1 Kasım'da Meclis'te mutlak çoğunluğunu kaybetmiş ve yenilmesi pekala mümkün bir partiydi. Ne oldu da seçmen tercihi bu kadar büyük oranda AKP lehine değişti?

Kanaatimce sorunun cevabı iletişim stratejisinde yatıyor. Oy kullanan, sandık başında partiler arasında tercih yapan bir seçmen kafasında tek bir soruyu yanıtlar: benim için hangi seçenek en iyisi? Ancak bu noktada seçeneklerin ne olduğuna dikkat etmek gerek. Normalde seçenekler partilerdir: seçmen tüm parti alternatiflerini kafasında karşılaştırır ve kendisine en makul gelene oyunu atar. Bu seçimde AKP seçmenin cevapladığı soruyu değiştirmeyi başardı. Dünya siyaset tarihine geçecek ve kampanya stratejisi derslerinde okutulacak bir algı yönetimi örneği yaşadık.

Seçmen 1 Kasım’da “AKP mi başka bir parti mi” sorusunu sorsaydı büyük ihtimalle 7 Haziran’a yakın bir netice alınırdı. “Mevcut AKP iktidarı başarılı mı” sorusunu sorsaydı AKP oylarının düşmesi kaçınılmazdı. AKP çok başarılı bir stratejiyle seçmenin kafasındaki soruyu “AKP’yi tek başına mı yoksa başka bir partiyle beraber mi alırsınız” olarak değiştirdi.

Bu değişimin bir mantık, bir de iletişim boyutu var. Seçmenin böyle bir paradigma değişikliğine ikna edilebilmesi için hem iddiada yüksek bir doğruluk payı olması, hem de hikayenin çok iyi anlatılması gerekir. 1 Kasım öncesinde her iki koşul sağlandı.

Önce iddianın mantık tarafını, doğruluk payını ele alalım. 7 Haziran seçimlerinde AKP tek başına iktidarı kaybetti. Ancak en yakın rakibinin %15 önündeydi. Seçimler tekrarlansa da en büyük parti olacağından kimsenin şüphesi yoktu.

Devlet Bahçeli’nin seçim gecesi yaptığı açıklamalar 292 milletvekili çıkaran 3 muhalefet partisinin AKP’ye karşı birleşme ihtimali olmadığına işaret ediyordu. Meclis başkanlığı seçimi sonrasında bu konuda hiç bir şüphe kalmadı: AKP’siz hükümet kurulamayacağı net bir şekilde belli oldu. AKP’siz bir hükümet mümkün değilse, doğal olarak seçmenin önünde sadece üç seçenek kalır: tek başına AKP iktidarı, AKP’li bir koalisyon ve hükümet bunalımı. AKP’nin stratejisi genel kabul gören bu gerçek üzerine kuruldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçimleri yenileyerek partisine tek başına iktidar için bir şans daha vermeye baştan karar vermişti. Partisini bu yönde sevk ve idare etti. Muhalefetin kendisine karşı birleşememesinin rahatlığıyla, AKP koalisyon masasına şartlarım kabul edilmezse seçime giderim diyerek oturdu. MHP ile çok yüzeysel bir görüşme yapıldı. CHP ile uzun uzadıya görüşüldüyse de süreç büyük ölçüde kapalı kapılar ardında yürüdüğünden ne kadar ciddi olduğu kamuoyu tarafından anlaşılamadı. Bu sırada AKP hem sahada, hem de medyada “koalisyon kurmanın çok zor olduğu” temasını işledi.

Seçmenin AKP’siz bir hükümetin mümkün olmadığı kanaatini pekiştirmek açısından AKP ara dönemde hiç bir şekilde iktidardan ayrılmamayı hedefledi. Seçim hükümeti kurulurken CHP ve MHP’ye kabul etmeyecekleri aşikar olan teklifler yapıldı. 45 günlük süre yavaş kullanıldı. Ahmet Davutoğlu’nun hükümeti kuramamasının ardından CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na göev verilmesini gerektirecek bir süre kalmaması hedeflendi. Zira Davutoğlu görevi iade edip Kılıçdaroğlu hükümeti kurmaya çalışsa, güvenoyu alamasa da tekrarlanan seçimlere bir CHP geçici hükümetiyle gitme ihtimali vardı. AKP’siz bir geçici hükümet, seçmeni tek başına AKP, AKP’li koalisyon ve hükümet bunalımı seçeneklerine sıkıştırma stratejisini riske atardı. Bu risk kararlı bir mücadeleyle bertaraf edildi.

Bu noktada muhalefet partilerinin aralarında anlaşamayarak Meclis başkanlığını AKP’ye teslim etmesi Cumhurbaşkanı’nın elini rahatlattı. Meclis başkanlığı AKP’de olmasaydı Anayasanın ilgili maddesinde öngörülen “Meclis başkanı ile istişare etme” şartı muhalefete seçimlerin hemen yenilenmesini önleme ve AKP dışından birine görev verilmesini zorlama şansı verebilirdi. AKP Meclis başkanlığını kaptırmamanın faydasını gördü.

Seçim kampanyası başlarken seçmenin tek başına AKP, AKP’li koalisyon ve hükümet bunalımı olarak üç seçeneğe kıstırılması operasyonu başarıyla sonuçlanmıştı. Kampanya sırasında güvenlik endişeleri “tek parti iktidarı koalisyondan iyidir” ve “hükümet bunalımı felakettir” temalarının işlenmesi için kullanıldı.

Seçimleri izleyen yerli ve yabancı siyaset bilimci ve gazetecilerin tamamı AKP’nin bu paradigma değişikliği hamlesini ıskaladı. Ben de ıskaladım. Herkes iki seçim arasında ekonomi ve dış politikada yaşanan sorunlar, terör saldırılarıyla ortaya çıkan büyük güvenlik zaafı ve AKP’nin koalisyon kurmaktaki isteksizliğinin AKP alehine çalışacağını düşünüyordu. Öyle olmadı, çünkü AKP’siz bir hükümet seçeneği seçmenin zihninden silinmişti.

AKP’siz tek formül hükümet bunalımı olarak görüldüğü, koalisyonlar da zor ve öngörülemez olarak algılandığı için seçmenin kafasındaki soru “AKP tek başına gelsin mi gelmesin mi” haline geldi. Bu durumda AKP’nin zaafları da önemsiz hale geldi. “Madem ki AKP’nin zaaflarıyla yaşamamız kaçınılmaz, bari uyum içinde çalışan bir hükümet olsun” tercihi öne çıktı.

Bu dediklerim elbette sadece kararsız, ya da partisine kesin olarak bağlı olmayan seçmen kitlesi için geçerli. Ama bu kitle yüzde 10-15 bile olsa seçimin sonucunu değiştirmeye yeterli oldu.
Tasarlanan stratejinin uygulaması da önemliydi. Bu tarafta büyük bir zorluk yoktu, zira kampanya yönetimi zaten öteden beri AKP’nin en güçlü yanıydı.

AKP teşkilatı sahada her zamanki gibi aktif çalıştı. Gönüllüler önceki seçimlerde olduğu gibi tek tek her eve gitmeye gayret etti. Belki de 7 Haziran öncesinde iktidarı kaybetme olasılığı akla gelmediğinden, gündem “330’u alır mıyız almaz mıyız” olduğundan teşkilat daha rahattı. 7 Haziran’da teşkilat kaybetmenin mümkün olduğunu görünce 1 Kasım için çok daha sıkı çalıştı.

Vaadler konusunda AKP yönetimi tedbirli davrandı, CHP’nin 7 Haziran’da ortaya koyduğu vaadler için “aynısını biz de vereceğiz” dedi. Diğer partilerin aday listeleri neredeyse tamamen aynı kalırken AKP aday listeleri neredeyse yarıya yakın değişti. Üç dönem kuralına takılan 20 eski isim geri getirildi. Ali Babacan ikna edildi. Tuğrul Türkeş MHP’den transfer edildi. Cumhurbaşkanı çok daha az miting yaptı. Başkanlık sistemi gündeme getirilmedi, sadece tek başına iktidar teması işlendi. Güvenlik sorunlarının yarattığı korku azami oranda kullanıldı.

5 ayda 4,5 milyon oy nasıl alındı sorusunun cevabı kısaca böyle. AKP, seçmenin kafasındaki soruyu “AKP mi başka parti mi” ya da “AKP başarılı mı başarısız mı” yerine “AKP iktidarı tek başına mı yoksa koalisyonla mı gelsin” olarak şekillendirmeyi başardı. Gelecekteki seçimlerde tüm siyasetçilerin ders alması gereken bir “algı operasyonu” harikası yaşandı.

AKP iktidarının devam etmesinin Türkiye için hayırlı olduğunu düşünmüyorum. Ama bir siyaset bilimci olarak bu çapta bir algı yönetimi stratejisini tasarlayan ve başarıyla uygulayanları tebrik ediyorum.


1 comment:

  1. umarım bir daha siyaset bilimciler tespitlerinde bu kadar geç kalmaz

    ReplyDelete