Monday 18 November 2013

Ortadoğu'da bir şeyler oluyor

Ortadoğu’da bir şeyler oluyor. Maalesef ülkemizde konuyu ciddiyetle ve etraflıca ele almak yerine sağa sola dört parmaklı Rabia işareti yapmakla yetiniyoruz, ama bölge çok ciddi değişikliklere gebe.

19 Ağustos günü Körfez ülkeleri ortak bir açıklama yaparak Batı ülkeleri darbe nedeniyle Mısır’a yardımı keserse açığı kendilerinin dolduracağını duyurdu. 18 Ekim günü Suudi Arabistan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin etkisizliğini ve ABD’nin Ortadoğu politikalarını protesto etmek için yeni seçilmiş olduğu Güvenlik Konseyi üyeliğini devralmayacağını açıkladı. 8 Kasım günü BBC’de yayınlanan bir haberde Suudi Arabistan’ın Pakistan’ın nükleer programını yıllardır finanse ettiğinin ve “gerektiğinde” Pakistan’dan hızla nükleer başlık edinme hak ve imkanına sahip olduğunun resmi kanallarca teyit edildiği belirtildi. 17 Kasım Pazar günü ise Londra merkezli Sunday Times gazetesi Suudi Arabistan ve İsrail’in İran’a bir askeri müdahale konusunda işbirliği yapmakta olduğunu yazdı.

Bu haberler Ortadoğu’da çok temel bazı pozisyon ve strateji değişiklikleri yaşanmakta olduğunu çok net şekilde ortaya koyuyor. Bu değişimlerin sebep ve olası sonuçlarını anlayabilmek için öncelikle kurulan yeni ittifakları gözden geçirmek gerek. Ortadoğu’nun iç dinamikleri dört yeni ittifak ortaya çıkarmış durumda:
1. Suudi Arabistan, diğer Körfez ülkeleri ve Ürdün monarşileri, Mısır askeri yönetimi ve Pakistan asker-sivil yönetici elitini içeren “feodal” koalisyon
2. İran ile Irak Şii’leri, Lübnan’da Hizbullah ve Suriye’deki Esad rejimi gibi müttefikleri
3. Başta Müslüman kardeşler olmak üzere “feodal” rejimlere başkaldırmaya çalışan geniş tabanlı Sünni İslamcı hareketler
4. El Kaide ve müttefikleri (bu dünya değil öbür dünyaya odaklı gruplar)

Bu yerel koalisyonların yanında ABD, İsrail ve Rusya oldukça aktif, Avrupa Birliği ve Çin de daha mütevazi seviyede pozisyon alıyor.

Bölgedeki değişiklikleri tetikleyen en önemli faktör ABD’nin bir yandan yurt dışı askeri maceralara gitgide daha fazla muhalefet eden kamuoyunun baskısı, bir yandan da enerji ithalatçısı bir ülkeden enerji ihracatçısı bir ülkeye dönüşmesinin jeopolitik çıkarlarında yarattığı değişiklik nedeniyle artık Ortadoğu’da eskisi kadar aktif olmayacağının sinyallerini vermesi. Dünyanın en önemli enerji üretim merkezi olan Ortadoğu’da ABD elbette her zaman “müdahil” olacaktır. Ancak yakında enerji ithal değil ihraç edecek olan ABD artık 1990-2012 arası dönemde olduğu gibi çok kapsamlı bir “düzenleyici” rol oynamak istemiyor.

ABD’nin bu yeni duruşu doğal olarak sırını on yıllardır ABD’ye vermiş olan “feodal” rejimlerde alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Bu koalisyon oldukça farklı rejimlerden oluşuyor: Suudi monarşisinden Mısır askeri diktatörlüğüne, Pakistan’ın demokrasi görüntülü aristokratik rejiminden Körfez şeyhliklerine çok farklı unsurları var. Ancak hepsinin ortak noktası bu ülkelerdeki inanılmaz boyuttaki gelir ve servet adaletsizliği ve vatabdaşın karar verme süreçlerine müdahil olma şansı olmamasına tabandan gelen büyük tepki. Hepsi er ya da geç çok büyük bir rejim değişikliği yapmak zorunda olduklarının farkında. Mevcut iktidarları tamamen tasfiyeden korumak için zaman kazanmaya çalışıyorlar. Yakın zamana kadar bu çizgide en büyük güvenceleri ABD’nin güçlü desteğiydi. Ancak ABD artık bölgede bu tür feodal rejimleri kendi vatandaşlarının haklı taleplerinden korumak için büyük bir efor sarf etmeye hazır değil. Bu durumda iş başa düşüyor.

Suudi Arabistan liderliğinde ciddi bir aksiyon planı hazırlanmış gibi görünüyor. Mısır’da kurulu düzeni tehdit etme ihtimali olan Müslüman Kardeşler askeri darbe ile tasfiye edilmeye çalışılıyor. Pakistan’da Halk Partisi’nin yetkinliği olmadığı anlaşılınca hızla Navaz Şerif etrafında muhafazakar bir koalisyon kuruldu ve Suudi Arabistan’dan güçlü bir destek aldı. ABD’nin koruyucu şemsiyesinin yerine Pakistan’ın nükleer silahlarının devreye alınması düşünülüyor. İran’a karşı en yüksek düzeyde ekonomik ve siyasi mücadele veriliyor – o kadar ki, ABD bu konuda yeterince istekli olmadığında yerine İsrail ile işbirliği olanakları araştırılıyor. Suriye’de Esad karşıtlarına Batı dünyasının vermediği desteği Suudi Arabistan ve Katar veriyor. Katar’ın kontrolündeki El Cezire ve birkaç benzeri, Batı kamuoyunda söz sahibi bir medya organları olarak hazırlanıyor. Pabuç pahalı olunca doğal olarak tüm kaynaklar seferber edildi.

Türkiye ise son birkaç yılda bu büyük değişim trendine uygun politikalar geliştirmek yerine hayali bir “neo-Osmanlıcılık” söylemi ortaya koydu. Hükümet, Suriye’de Esad rejiminin Suriye’deki Sünni olmayan unsurlar, Hizbullah, İran ve Rusya tarafından “can havliyle” bu düzeyde destekleneceğini öngöremedi. Suriye’nin düşürdüğü uçak ve Reyhanlı bombalama eylemine karşılık veremeyerek aslında söyleminin arkasında askeri güç ile durmaya cesaret edemediğini itiraf etmiş oldu. Mısır’da Müslüman Kardeşler’i desteklerken ne ABD, ne AB, ne de Suudi Arabistan’dan destek görmedi. Suriye muhalefetinde El Kaide unsurlarının ön plana çıkmasına zımnen destek verdiği için diğer tüm koalisyonların tepkisini çekti. Dış politikadaki bu geniş çaplı başarısızlığın sonunda Türkiye hiç bir kazanım elde etmemişken Ortadoğu ile büyük potansiyel vaad eden ticari ilişkilerini kaybetti ve güney sınırında tehlikeli ve uzun dönemli bir istikrarsızlıkla baş başa kaldı.

ABD’nin yeni bir askeri müdahale yapma ihtimalinin olmaması, Ortadoğu’daki bu geniş kapsamlı savaşın uzunca bir süre devam etme ihtimalini artırıyor. Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütlerin mücadeleden vaz geçmesi beklenmemeli – zira “feodal” ülkelerde sosyal adalet ve siyasi değişim talebi artık geri çevrilemeyecek seviyelerde. Ancak Suudi Arabistan başta olmak üzere tüm monarşik, askeri ve oligarşik rejimlerin karşılarındaki hayati tehdide karşı canla başla (ve büyük parasal kaynaklarla) mücadele edecekleri de şüphesiz. İran ise bu kargaşadan ekonomik yaptırımları hafifletmek ve nükleer programını korumak için faydalanmaya çalışıyor.

Türkiye’nin yakın geçmişteki yanlış politikalar nedeniyle içine düştüğü yalnızlık, bu kaos ortamında stratejik bir avantaj elde etmeyi zorlaştırdı. Marjinal ideolojik gruplar hariç, Türk vatandaşlarının ezici çoğunluğu savaşan güçlerden hiç birine bir fedakarlık yapmayı gerektirecek bir yakınlık hissetmiyor. Hükümet bölgedeki olaylara daha fazla müdahil olma iradesine ne bürokrasiden ne de tabandan destek bulamadı. Yeni bir politika olarak Ortadoğu’daki mücadeleden mümkün olduğu kadar uzak kalmak ve bir “istikrar adası” olarak bölgeden kaçan sermayeyi çekmek düşünülebilir. Ancak bu yönde ilerlenecekse hayali söylemlerden uzaklaşmak ve pozisyon kaybeden oyunculara destek vermekten bir an önce vazgeçmek gerekiyor.

No comments:

Post a Comment